Soğan Kokusu (10.03.2024)

Epey oldu. Sen de 7, ben diyeyim 8 sene. Bizim G Bloktaki kantin el değiştirmişti. Yalan yok, eskisinden memnun değildik. Yenisi açılınca vay be demiştik. İlk günü unutmuyorum, envai çeşit kekler, el yapımı poğaçalar, börekler. Bizim kızlar küçüktü, ODTÜ kolejinde okuyorlardı. Okul çıkışı benim ofise geldiklerinde onlara çukulata, poğaça, tost falan alırdım.

Ama işletenler memnun değildi durumdan. Genelde şikayet ediyorlardı satışların azlığından, kiranın yüksekliğinden. Zamanla sıradan bir kantine dönüşmüştü zaten. Sağlıksız fast-food tarzı şeyler ve türlü türlü işe yaramaz abur cubur. Sulu yemek hiçbir zaman olmadı mesela. 2020 başında pandemi başlayıp okullar tatil edilince kantin kapandı ve bir daha da açılmadı. Mutfak malzemeleri ve paketli gıdalar epey bir süre durdu içinde ama kapısı kilitliydi. Aylarca öyle kaldıktan sonra, bir gün geldi işletenler, neredeyse ne var ne yok alıp götürdüler.

Sonrası hüzünlü bir hikaye. Kantin benim ofisime çok yakın. Bir kat aşağıda. Hem ofis penceremden görünüyor bahçeye açılan kapısı, hem de ofisimden çıkıp bir yere gitmek istediğimde içerideki ana girişinin önünden geçiyorum. Gün gün izledim o kantinin nasıl bir harebeye dönüştüğünü. O kadar uzun süre kapalı kaldı ki her tarafını toz toprak kapladı, bakımsızlıktan tavanındaki sıvalar döküldü. Kapısı pencereleri düştü, kırıldı. Viraneye döndü. ODTÜ Makina Mühendisliğinin en yoğun kullanılan, en büyük binasındaki kantinden bahsediyoruz. Hemen yanındaki bahçede duran ahşap çardaklar kardan, yağmurdan çürüdü. Bahçe kapısını otlar, sarmaşıklar bürüdü.

Nihayet bir gün pandemi bitti, yüz yüze eğitim başladı okulda. Ama kantin açılmadı. Duyduk ki eski sahipleri artık işletmeyecekmiş. Başka talibi de çıkmamış. Öğrenciler bölüme dönünce durum daha da acınası bir hal aldı. Her gün yüzlerce öğrenci geçti gitti o izbeliğin önünden. Geçen senenin sonunda bölüm başkanlığına bir eposta atıp kantinin acınası durumunu anlattım ve akıbetinin ne olacağını sordum. Şöyle idi tam olarak epostam;

"Pandeminin başında kapanan G blok kantininin şu andaki halini ekteki resimde görebilirsiniz. Yolda birine gösterip burası neresi diye sorsanız herhalde Gazze'de bombalanan bir hastanenin kafesi der. Pek çok binası olan, ODTÜ'nün en büyük bölümlerinden birinde öğrencilerin sosyalleşebileceği, bir şeyler atıştırıp zaman geçirebileceği, eğer çok sıkıştıysa arkadaşından ödev kopyalayabileceği çalışır durumda sadece 1 kantinin olması bence uygun bir durum değil. G blok kantininin neden açılamadığını bilemiyorum, açılması için çabalar var mı, yönetim açılmasını istiyor mu onu da bilemiyorum. Ama en azından molozlarından, tozundan kurtarılmalı. Her gün yüzlerce öğrenci geçiyor bu iç karartıcı manzaranın önünden. Yazıktır, günahtır. Öğrencilerin olduğu gibi benin de isteğim bu kantinin bir an önce çalışır hale gelmesi. Bunun için yapılacak bir başvuru, bir istek, bir imza kampanyası, vb. bir şey varsa yapalım lütfen. Daha önce yaptıysak, ama üst yönetim takip etmediyse, tekrarlayalım."

Herhangi bir cevap almadım yönetimden. O zamanlar umursamamıştım, ama şimdi düşünüyorum da ne kadar ayıp bir şey böyle bir yazıyı cevapsız bırakmak. Ama birkaç hafta sonra polis arabaları geldi bölüme bir sabah. Polis olmaz bizim buralarda hiç. Şaşırdık. Sanırım kantinin eski işletmecilerinin borcu varmış okul yönetimine, haciz gelmiş. Polisler kapının kilidini kırıp içeride buzdolabı, televizyon gibi bırakılıp kalmış büyük ne eşya varsa alıp gittiler. Bir söylenti yayıldı yeniden açılacakmış diye. Sevindim, heveslendim.

Tam bir eğitim dönemi geçti bunun üzerinden, bir şey olmadı. Kantin açılmadı. Dönem bitti, yaz tatili başladı. Yazın ortaları gibi ofisimde çalışıyorum bir gün, pencerem açık, dışarıdan 2-3 kişinin sesleri geliyor. Eskiden kantin açıkken orası öğrenci dolu olurdu ve ses hiç eksik olmazdı. Hatta rahatsız olup camı kapattığımı bilirim. Ama o kadar süre hiç insan evladı uğramadı ki oralara, şaşırdım sesleri duyunca. Baktım camdan, orta yaşlı bir adamla bir kadın, yanlarında genç bir delikanlı, ellerinde bir şerit metre etrafı ölçüp biçiyorlar, şunu şuraya koyarız, şunu sökeriz, bunları boyarız, şunları atarız diye planlar yapıyorlar. Allah dedim, bunlar yeni işletmeciler, yaz sonunda kantin açılacak, yaşasın. Sonrasında neredeyse her gün gelip gitti bu kişiler, yanlarında değişik değişik ustalarla. Her yeri boyadılar, yeni masalar sandalyeler, mutfak dolapları, ızgara tezgahları getirdiler. Bahçeyi elden geçirdiler, çardakları verniklediler, kapıları, pencereleri onardılar. Kapılara tabelalar, etrafa reklam zımbırtıları astılar.

Ve tam 1 hafta önce kayıtların ilk günü kantin kapısını tekrar açtı nihayet. 4 sene sonra ilk defa. Gidip tanıştım çalışanlarla. Haırlı olsun dedim, planlarını sordum. Pek güleryüzlü, pek heyecanlıydı hepsi. Canla başla çalışıyorlardı. Her yer pırıl pırıldı. 3 gün önce dersler başlayınca da bizim bina da daha bir şenlendi, kalabalıklaştı. Sürekli baktım müşterisi nasıl kantinin diye. Fena değildi, trafik vardı. Öğrenciler de hasret kalmış gibiydi kantin sohbetine.

Pandemi sırasında değişen bizim okul benim gözümde eski haline hiç dönemedi. Kaç zaman geçti, ama bugün bile böyle hissediyorum. Tam bilemiyorum, ama pandemide değişen bazı şeyler eskisi gibi hiç olamadı daha sonra. Pandemi ile gelen o soğukluk hiç gitmedi buralardan, yerleşti kaldı. Bilmiyorum belki de bu kapalı kalan kantin gibi detaylardan dolayı böyle hissediyorum. Bakalım şimdi nasıl olacak? Bakalım bu kantin bir şeyleri değiştirecek ve eskisi gibi hissetmeye başlayabilecek miyim bölümüm ve okulum için? Bakalım eskisi gibi ofisime gelmek isteyecek mi gene canım, ara sıra da olsa?

Üç sabahtır G Blok üst merdivenlerinden inip bölüme girerken buram buram yanık tost kaşarı ve soğan kokusu geliyor burnuma. Normalde sabah sabah pek çekilmez, ama doğruya doğru, şimdilik mis gibi geliyor bana. Hah diyorum, sanki böyle bir şeydi işte yıllardır eksik olan. Belki havalandırmayı biraz güçlendirseler, çıkışını da doğrudan değil de, şöyle biraz kıvırıp, biraz arkadan... Ya da boşver, böyle iyi. Gerçekten özlemişim.

Öylece Kalakalmak (18.08.2024)

"Ben size ayak bağı olurum, sizi yavaşlatırım. Bırakın beni, siz gidin" dedi.
Hemen bıraktılar.
"Yaa bir durun. Yavaş iyidir bazen" diyecek oldu.
Çoktan gittiler.

Merkeze Uzaklık (31.07.2024)

Yaz gelince bölüm boşaldı. Not yükseltmek, ana baba dırdırından kaçmak veya arkadaşlarla takılmak gibi sebeplerle yaz okuluna kalan öğrenciler dışındakiler evlerine gidince elbette kampüsteki nüfus azalıyor her yaz. Ama özellikle pandemi sonrası yaz dönemlerinde bölümde hoca bulmak da pek mümkün değil artık. Binalar boş, park yerleri boş. Sanırım bizim bölümde bu yaz ders de açılmıyor ve bunun da etkisi var bu terk edilmişlikte. Bölümden çıkıp kütüphaneye doğru yürüyünce insan görmeye başlıyorsun biraz ve havan değişiyor. Hep bizim buralarda kalmak iyi gelmiyor. Aslında son 2 haftadır kampüste tanıtım günleri yapılıyor. Üniversite sınavına girip de tercih yapacak adaylara okul ve bölümler tanıtılıyor. Tanıtım fuarı da bölüme çok yakın bir yerde. Ama o bile yetmiyor buralara hayat vermeye. Aday öğrencilere gidip sorasım geliyor, bölüm seçerken kampüste merkezi bir yerde olup olmamasına dikkat ediyor musunuz diye. Sanırım okulda 4-5 sene geçirecekler için bu o kadar da önemli bir mevzu değil. Benim esas problemim hayatımın yarısını burada geçirmiş olmam olabilir. Ne diyelim, çok şükür.

Bu sıcak yaz günlerinde bölüme gelip gitme sebebim gene bir kedi. Geçtiğimiz 9 günlük bayram tatilinin son birkaç gününü final sınavı okumak ve not vermek için ailemden ayrı Ankara'da geçirmiştim. Dönem bitmiş ve yaz rehavetine girmişti okul o vakitlerde. Yatıp durmasın, kullanılsın diye eşimin arabası ile geleyim dedim bir gün işe. Baktım arabada bir poşetin dibinde azıcık bir kedi maması var. Sıcakta kötü olmasın dedim, bir avuç alıp koydum ofisimin olduğu binanın girişine. Akşam eve dönerken baktım, yenmiş bitmiş. Bizim binanın çevresinde hiç kedi yok çok uzun zamandır. Yolun üst tarafında çok mama koyuyorlar sağa sola ve orada kedi çok, ama bizim buralarda hiç yok. Pek köpek de uğramıyor buralara. Merak ettim kim yedi mamayı diye. Sonraki sabah gene bir avuç koydum, biraz seslendim etrafa, uzaklaşıp bekledim ve daha önce görmediğim bir kedi çıkıp geldi. Nereden geldiğini fark edemedim. Mamayı yedi, gitti. Sonraki sabah baktım benden önce gelmiş, mama verdiğim yerde bekliyor. Yaklaşınca ürküp kenara çekildi. Mamayı koydum, yanına da bir kap su, geri çekildim, geldi yedi, içti gitti.

Bir ay kadar olmuştur herhalde. Tipsiz, sıradan, ürkek bir sokak kedisi. Nerelerden çıkar gelir her sabah, mamasını yiyip nerelere gider bilmiyorum. Yanında başka bir kedi görmedim. Kimi kimsesi var mıdır bilmiyorum. Tek derdi karın doyurmak mıdır, başka bir isteği var mıdır bilmiyorum. Birkaç sefer hemen az ötedeki ısı bilmemnesi binasının duvarının dibinde toprağın üstüne, gölgeye kıvrılmış yatarken gördüm. Kocaman binanın dibinde minicik bir şey. İzledim biraz. En az benim kadar yalnız, sanırım benim kadar amaçsız. Çağırdım, gel dedim dertleşelim, oralı olmadı. Ofisten mama poşetini getirip bir avuç bıraktım yere. Geldi yedi ve kayboldu gitti.

Bir gün ofise gelirken ortalığa öylece benim için bırakılmış bir şey görsem. Şaşırsam. Açsam baksam sevinsem. Yarın da bulur muyum diye merak etsem.

New Research Paper (03.04.2024)

This paper got published recently in the J. of Thermophysics and Heat Transfer. It came out of Volkan Coskun's PhD study. It is about the development of a material response solver that predicts the behavior of charring ablative materials that are used for thermal protection of high speed aerodynamic structures such as missiles. A novel reactor network approach is used for modeling pyrolysis gas flow inside the porous material. Effects of chemical and thermal non-equilibrium and influences of the porosity and permeability of the porous structure on the ablasion process are explored. Full paper can be accessed here.