Prof.
Dr. Ahmet
İNAM |
||||
Online Yayınlar | ||||
Andelîb-i
Gûyânın Yolculuğu Olarak Aşk-2 |
||||
5. ÂNESTÜ NÂRÂ Güzel sevme, tüm belâlarına karşın göze alınır. Güzel, sevilmek içindir. Yola çıkan, söyleyen bülbül, dilli bülbül, yanık bülbül nasıl sevileceğini bilir, hem de çok iyi bilir. Çünkü güzel sevme fenninde,ilminde (“ilminde” demek, “ilme” saygısızlık olmazsa) bülbül çok başarılıdır. Sevmeyi beceremeyen, aşk yoksunu sofu, zâhîd, aşkı bülbülden sormalıdır. Güzel sevme denen fende çok çalışmış, çok yol katetmiş, bilgisini pekiştirip sağlamlaştırmıştır bülbül:
Bülbül güzelsiz olmaz, güzeller gül bahçesinde bülbülü bekler çünkü. Yola
çıkılıp, gülsitana varılmalıdır.
Kitâb-ı aşk okunacak. Nasıl? Yanarak. Yanmayı öğrenerek. Yanmadan
kitâb-ı aşk okunamaz. Kitâb-ı aşk okumak için içindeki “şem”i
yakmak gerekir, bu mumum ışığı altında, bu mumun ışığında yanarak okunur
aşk kitabı, bir suhte olunur sonunda, yanmış tutuşmuş bir,
fen sahibi.
Yana yana yürüyen suhteye rastlayıp hatırını sormaya görün: Sizden
yâre ulaşmada yardımınızı dileyebilir, Tanrıdan dilediği gibi. Ya yâre
ulaşılacak ya yapayalnız kalıncaktır. Aşkta ya âşığa yardım edilecek ya
âşık yapayalnız bırakılacak ilişilmeyecektir ona:
Âşık bülbül yanıp yanıp tekrar yandığı âteşe doğru yürüyecek, bu yürüyüşte
kendisine Ânestü nârâ sözü eşlik edecektir; Ânestü nârâ:
Bir ateşe yakınlaştım. Hz Musa’nın Tur dağında ilâhi ışığı ateş sandığında
söylediği sözdür ânestü nârâ. Yanar ve ânestü nârâ dersiniz.
Yanmanız bitmemiştir çünkü. Yandıkça ateşe yakınlaşırsınız. Sevgiliye
yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır. Ateşin üstünde durmaktır. Murâdına ermek,
sürekli aramayı gerektirir. Murâdınıza erdikçe muradınıza eremezsiniz.
Ten sevgiliye ulaşacaktır. Ten ulaşmadan cân ulaşmaz. Ten ulaşmazsa cân
teni terkeder. Ne demişti Hafız?
Sevgili
yürüyüşü insanı suhte kılar, yanmaktan korkmayan yiğit insanların
işidir sevmek. Mahbubluk devrânı, öyle bir devrandır ki, orada
aşk insandan yürek ister, kül olmaya hazır ruh ister. Ayıp değildir sevmek,
ayıplık bir yana, kahramanlıktır.
Nedir derdi bülbülün? Yolculuğu hiç biter mi? Ne kadar sürer? Aşık olmak eksik olmak demektir. Yâr eksikliğidir herşeyden önce. Yâre duyulan eksikliktir belki de;
Hayâlî, yâr eksikliğinin yanında tuhaf bir şeyin eksikliğini daha duyuyor. “İhtiyârı” (karar verme gücü diyelim kabaca buna) olmasından yakınıyor. Neden kararsız değilim, karar verme gücüm, iradem neden var diye yakınıyor. Yâr yok, bî-ihtiyar yok! Aşksızlık bu işte. Aşk yolunda düşen anlayabilir bunu. Neden yâr yoktur? Çünkü devrân öyle bir devrân çağ öyle bir çağdır ki rüzgâr yoktur. Rüzgâr olmayınca yâr olmaz.
Rüzgâr olmayınca bir toz (gubâr) olan âşık yerden kalkmaz. Sahralara savrulmaz. Savrulsa hiçliğe savrulacaktır, yokluğa, “fenâ”ya. Âşık, sinesine düşen aşk yarası ile yok olmakdan zevk duyar. Bir gam akşamında mumlar yakıp sevgiliyi arar. Belki sevgiliyi değil de sevgilinin bıraktığı boşluğu, yokluğu arar.
Çağ, toplum, kültürel koşullar kısaca devran; devrandan korkusu yoktur aşığın. Devrân sevgiliyi alıp uzağımıza götürebilir, ama dünyanın bir gül bahçesi yok mudur? Bir “gülzâr-ı dehr”i? Vardır. O gül bahçesine bir bülbül gerekli değil midir? Hezâr eksikliği, bülbül eksikliği kötü bir eksikliktir. Dünyaya çok yazık olur hezârını yitirirse. Dünya aşkın, aşkı var kılacak âşıkın, hezârın kıymetini bilmelidir:
Eksikliği
gidermek için bir tenhâ oda bulup sevgiliyle halvet olmak yeterli midir?
Tenhâ
odada acele geçiştirilecek bir şey midir acaba “vasl” ? Güzel sevmeyi
bilirsen cümle eksikler ortadan kalkar
Çapkın bir
bülbül olan İshak Çelebi öylesine yitirir ki sabr u akl u cânını,
gökyüzünden bir ses duyar, ses bütün güzellere, İshakâ bûse lûtfetmeyi
buyurmaktadır.
Bülbül, güzel
sevmekte şanslıdır. Tâli-i firûz üstün talih sahibidir çünkü gökyüzünün
yapısı, güneş tutuşturan ayı vardır gökyüzünde. Sevgilisi güneşi tutuşturan
aydır. İşte bu ay, gökyüzündeki düzeni değiştirmiş güzel sevmede şanslı
kılmıştır aşığı, bülbülü.
Güzel
sevme bir âb-ı hayattır, insana can verir gençleştirir.
Güzel
sevme belâlıdır, yakıcıdır, eksiklerle yoksunluklarla doludur, buna karşı
“dilden sabr u akl u cân” gittiği için tenhâ odalara dâvet edilen sevgili
ile murâd aranır. Bülbül ne denli “fünûn-ı ışkı tekmil eyle”se de, gamdan
kurtulamaz. Sevmeyi bilen gamla ve gözyaşıyla bir sohbet meclisi kurabilir.
Gam
meclisinde aç sussuz, nasiplerini alamamış garibân gibi kalakalırlar âşıklar,
aşk bilgisine, hünerine sahip olsalar da.
6. “IŞKDAN BİGÂNE”LERİN ZULMÜ Bülbülün aşk âlemiyle zoru ne? Neden ümid-i vasl gerçekleşmiyor? Gerçekleşse de gerçekleşmiyor. Yâre ulaşılamıyor. Sevgili, bülbüle bırakılmıyor. Ne devrân izin veriyor ne de ağyar. Devrân neden izin vermiyor? Ne sorun var bu devrânda, dünyada?
Dünyanın içinde bulunduğu cihânı anlamak olanaklı değil; orası, bakırdan altın elde edilmeye çalışılan, büyülerin yapıldığı bir yer. Dünya, devrân, cihân içindedir, gökyüzü, gök halkaları, felekler, dünyadaki yaşamı etkiler. Ay ve güneş eli çabuk bir hokkabazdır. Gökte ve yerde bir takım anlaşılmaz oyunlar oynanmaktadır. Cihân aldatıcıdır, anlaşılmaz, kavranamazdır. Böyle bir dünyada yaşarken, insan, sürekli zarar eder:
Cihân
pazarında kârlı olan satış ancak yanıp yakılma olabilir.
Bu aldatıcı
hokkabaz dünya yâre kavuşmayı engelliyor. Derdimiz yâr değildir; yâr değildir
bu sevdâ yürüyüşünde bize acı veren; yaşadığımız düzendir, zamanın isteği,
âşıkın yolunu engellemektir. Bülbül, engeli bilir.
Yâra
giden yolda aşığın önünü kesen en azından üç engel şunlardır: Yârın kendisi,
ağyâr ve düzen. Bu nedenle yapılacak şey, sürâhiyle bir kitâbı alıp, hayatın,
dünyanın uzağına çekilmektir. Nereye? Meyhâneye. Meyhâne, alışılagelen
yaşamın dışında bulunuyor.
Cihânın
hilebaz ve gaddar adamlarının ayakları altında inleyen bir aşkkürede,
yâr da, aşk da yok edilmekte, bozulmakta, çarpıtılmaktadır. Öyleyse cihânın
görünürdeki nimetlerine, şana, şöhrete makâma önem vermemek gerekmektedir:
Dünyadan
aşk âlemine meyhanelerden geçilerek gidilecektir, çünkü mey, bu dünyada
aşkların yaşandığı aşk küre ile aşk âlemi arasında yoldur,
köprüdür. Yürüyüşte engel bitmez: Sevgiliye giden yolda, ağyar (rakib,
hasm, ayruk, düşman) iş başındadır. Ağyar, sevgiliyi seven, sevgimize
engel olan, sevgilimizle ilişkimizde bize tehdit olanlardır. (Ağyar,
“gayrı”lardir!) Ne özellikleri vardır, aşığın gözüyle görüldüğünde? Şeytandır,
örneğin.
Ağyâr,
melek olan sevgilinin yanında şeytân gibi durur. Sevgili abartıldıkça,
ağyâr aşağılanmaktadır. Şeytanın meleğin yanında ne işi vardır? Melek,
kendisi de bir melek olan aşığın yanında olmalıdır. Bülbülün yanında.
Hokka dudaklı melek, ağyarla, rakible konuşurken, şeytana ‘gayb sırrını’
açmış bir melek gibidir. Şeytâna bu bilinmeyenin gizini açmak doğru değildir.
Gayb sırrı melekte kalmalıdır. Sevgili paylaşılmayacak bir gayb sırrıdır
çünkü. Onunla hem-râz olmak, sır ortağı olmak ancak sevenin ulaşacağı
bir durumdur. Bülbül hem-râzdır. Sevgili onundur. Sır onundur.
“Söz gehveri” ağyara açılamaz. Sözün özü, sevgilide kalmalıdır. Söyleyen
bülbülde, andelib-î gûyâda.
Ağyar
kördür. Sevgilinin güzelliğini göremez. Sevgilinin yüzü bir aynadır, ağyarsa
aynaya bakan bir kör. Oysa bu aynaya ancak güzel insan bakabilir, sevgilidir
bu güzel insan. Sevgili aynadır, ancak güzeller onu görebilir. Sevgiliyle
eş güzellikte olanlar. Rakipse, ağyarsa kör (nâbîna) dür.
Ağyar
eşek, sevgili ise göğe çıkan İsâdır. Eşeğin İsâ ile işi ne olabilir? İsâ
eşeği ile göğe çıkmadı ki!
Köpektir ağyar. Yar eşiğine vardığımda ürer, havlar bana.
Deli
bir köpektir rakib, kudurur ve âşıklara dilini çıkarır, söz söyler, havlar.
Rakip ölürse, sevgilinin kapısından bir köpek eksilmiş olur. Sevgili zararlı
değildir rakibin ölmesinden.
Bir köpek, it, seg olan ağyar, ne zaman sevgilinin yanına gidilse, sevene
saldırır:
Peki sevgilinin tutumu nedir? Ağyarı mı, âşığı mı sevmektedir? Sevgili
ikisini de idâre etmeye çalışmaktadır.
Güzellik bahçesinde hoş güller satan yâr, hem ağyara hem sevgiliye yanaşarak
ortalığı kızıştırır.
Ağyâra yönelince sevgili, âşık günde bin kez ölür, kahrolur.
Sevgiliye
vurmak, eşiğine, kapısına, ayağına, ayağını öpmeye varmak demektir. Yolunda
toprak olmaya hazırdır, âşık. Ayağını öpmek umuduyla yola çıkarsınız ve
bakarsınız ki sevgilinin ayağının altında bir el, bir yabancı, bir diğeri,
bir ağyâr olmuşsunuzdur.
Sevgili sizi ağyara dönüştürebilir. Ben senin âşığınım diye varırsınız
yanına, o sizi ayaklarının altına alıp, sizi kendine yabancı kılar, ağyar
durumuna sokar. Siz ağyarı engellemek için varırsınız yanına, ulaşamaz
ağyar olursunuz. Yâr olamazsınız. Yârin yâri olamazsınız. Sevgiliye güvenilmez
çünkü, ben ona hayranken, o bana değil de bir başkasına hayrandır.
Bu benzersiz güzellik, güzelliğini hayranları ile geliştirdiği için, hayranlarını
çoğaltmak zorundadır. Sevgilinin hep sevenleri, hayranları olacaktır ki,
o sevgili olsun. Sevgili ile onu sevenleri olmasa cihân güneş ve aysız,
anlamsız olurdu.
Sevgiliyi saklamak sır saklamak gibi idi. Yukarıda Ahmet Paşa’dan aldığım
beyitte sevgilinin saklanması gereken bir sır gibi görüldüğünden söz etmiştik.
Sevgilinin derdi bile rakibden saklanmalıdır. Çünkü derd temiz kalpli
insanlarla paylaşılır, oysa rakip kin gütmektedir.
Neden? Rakip
niçin şeytan, eşek, it, kötü kalplidir? Sevgiliyi bizimle birlikte seviyor
olmak neden onu aşağılamamıza yol açmaktadır? Âşık ne yâri ne de ağyarı
tanımak istememektedir. Önceden kararının vermiştir o: Yâr melek, âğyar
şeytandır.
Benim sevgili için yanmam, ağyarın işine gelirse, benim yanmam yüzünden,
yârime verdiğim ışıkla, yâr, ağyar meclisinde ışık kaynağı olursa, bu
hiç de hoş olmaz. Benim yanmam yâr içindir, ağyar için değil. Ağyarın
yâri daha iyi görmesi için değil.
Sevgili
ağyar meclisine çırağ olursa ne olur benim halîm? Neler duyar, nasıl acı
çekerim?
Dost,
sevgili ağyar ile, düşmanlar ile sohbeti koyulaştırınca ben kahrolmam
yalnızca, mumun özü dertlenir, kadehin içi de bana acır. Eşya benim halime
üzülür. Eşyâ benim yanımdadır çünkü. Dünya zaman zaman düşmanım olsa da,
yârim ağyar ile söyleşince bana acımaya başlar.
Ama ben ağyara
kızarsam, dünya bana acısa da öfkemi ağyardan fenâ halde çıkarır onu perişan
edebilirim. Bütün ağyara, duyduğum kıskançlıkla onları sevgiliye yaklaştırmam.
Sevgili
bakış oklarını aşıktan ağyara, ayruğa, bir başkasına yöneltirse içinden
belki de sevgiliyi de ağyarı da yok etmek geçer. Belki ağyarı perişân
etmek yâre dokunmamayı düşünebilirim.
Ağyar,
yâri kandırıp, aşığın kendisini sevmediğine iknâ etmeye çalışır. Âşık
yeminler ederek sevdiğini sürekli olarak vurgular.
Ben
senin düşmanın değilim denir sevgiliye, senin düşmanların ile dostluk
etmiyorum. Ben senin yârinim, ağyarın değil. Benim açımdan bakılınca sen
yârimsin. Ama yârim açısından bakılınca ben ağyar görünüyorum. Sevgilimin
düşmanları ile dostluk yaptığım için, sevgiliyi sevmek, düşmanları ile
dost olmamayı gerektirir. Yâr olmak tümüyle bağlanmayı gerektirir.
Oysa, aşk ehline yakınlaşırsan, aşktan habersiz olanlardan uzaklaşmış
olursun. Aşka yakın olanlara yakın, aşktan uzakta olanlara uzakta durmam
gerekir.
“Âşina-yı ışk” âşîna olanların rakib ile sorunları olmaz.
Rakibe
aldırış etmemize gerek yoktur. Rakip ne derse desin onu anlamayarak, onun
sitemlerine yanıt vermemek en iyisidir.
Sonunda
sevgiliyle anlaşmaya bile varılır. Sevgili, çünkü, hem âşığa, hem de ağyara
eziyet etmektedir. Sevgilinin bakışı, cefâ okudur. Bu bakışı, bu oku ise,
ağyar kıskanır. Okun kıskanılacak nesi vardır? “Çok sevdinse oku” denir
rakibe, al gözüne sok!
Ağyardan korkulmaz,
onunla didişilir, ona değer verilmez, hakaret edilir. Ağyar bir tehdittir
ama aşk-âlemine yürüyen bülbülümüz de az ceberût değildir! Kıyameti koparabilir,
ağyar ile kavga edebilir.
Düşündürücü
olan, bülbülün, âşığın, ne sevgilisinin ne de ağyarın kim olduğunu merak
etmemesidir. Sevgili aşk kürede, aşk âleminin
gül-i ra’nasıdır. Melektir. Ağyar ise şeytan.
Gerçekten
de kimdir sevgili andelib-î gûyâ için? Söyleyen bülbülün gözü,
ne kadar sevgiliyi, biricikliliği, farklılığı, ayrıntısı içinde, görebilme
gücüne sahiptir?
7. HABİBÜN ASİTÂN-I ÂSÛMANI OLARAK DEST-İ BİGÂNE Kimdir sevgili? Ben cân verirken, şarap için öpüşendir, ağyarla.
Zâlim,
bencil, keyfine düşkün biri. Âşığına söğer ve âşık bülbüle bu sövgüler
tatlı gelir.
Sevgilinin
sövmesi, zaten aşkından hasta olan sevene bir dua gibi gelir.
Sevgili,
durmadan eziyet eder? Neden sevgilinin zoru nedir? Aşığa çektirdiği acının
ardına ne vardır?
Sevginin elinden gelen, eziyet etmektir, aşık ise bu eziyete karşı çaresizdir, seven ve sevilen arasındaki dengesizlik, sevgilinin dorukta, sevenin çukurda olması, bu eşitsizlik, ikisi arasında sağlıklı iletişimin kurulmasını engeller. Bu çâresizlikten, sevgiliyle aradaki uçurumdan kurtulmanın tek yolunun ölüm olduğu düşünülür.
Yanına
varılır, bir ömür harcayarak, kapısında toprak olunur.
Sevgilinin
eşiği o denli yüksektir, âşık sevgilinin eşiğinin göğünü yuva edinir.
Yabancının,
anlayışsızın eli huzurumun doğanını uçurdu. Huzurum bir doğân gibi güçlüydü.
Dengeliydim. Bir yabancı, bir uzak insan, bir anlayışsız, geldi huzurumu
bozdu. Kim bu bigâne? Sevgili mi yoksa? Kimin elidir dest-î bigâne?
Ağyar değildir. Ağyar huzurumuzu bozar ama, nerede? Habibûn âsit’an-ı
âsumanında! Oysa henûz yârin eşiğinin göğüne varmadı ki, seven! Huzur,
yâr eşiğine varmadan kaçmıştır. Kimdir kaçıran? Sevgili hem yüksekte,
âsumânda, hem de uzağımda, yabandadır. Sevgili eşiğin göğüne yuva kurmağa
çalıştığım bir yabancıdır. Benden haberi yoktur çünkü. Bigânedir bana,
ben sevene, ben bülbüle... O yabancının eşiğine varıp yuva kuruyorum.
İşte benden bigâne olan sevgiliye, sevgiliden bigâne olan ben, varıp onun
eşiğine yuva kuruyorum. İki bigâne arasında bir hadise var. Buna aşk deniyor.
Aşk küre, aşk âleminin kopyası, kötü, tozlu bir aynası olarak bigâneliği
yaşatmaktadır ancak, aşk adına! Aynanın cilalanması için saykala
gerek vardır*.
Bu erişilmez
sevgilinin varlığı bir silâhtır sanki, bakışları ok, gamzeleri hançerdir.
Fitne çıkaran, ortalığı karıştırıcı, bir cadıdır. Bu cadılığı ile mest
eder.
Bu
karıştırıcılığı, büyüleyiciliği içinde sevgilinin yüzünde tüm evreni gösteren
ayna vardır.
Sevgilinin
yüzünde neden evreni gösteren ayna vardır? Sevgiliye evren bakıyordur,
çünkü. Evren sevgilidedir. Âlem, seven açısından görüldüğünde âlem-i
aşktır. Sevgili evreni taşır içinde, evreni yansıtır. Oysa fitnecidir,
yoldan çıkarıcıdır. Cihânı yansıtan birisi nasıl böyle hileci olabiliyor?
Çünkü, sevgilinin yüzündeki aynayı görebilmek için, sevgilinin tuzağına
düşmek, hilelerine kanmak gerekir. Hileye aldanmadan sevgiliyi göremezsiniz.
Mâsumiyet içinde görülmez sevgili.
Sevgili, sevene,
ağyarı severek de zulmeder. Onu sende iş yok diyerek kapısından kovar.
Bu
zulmûne karşılık seven, sevgiliye, sevdiğini söylemekten çekinir. Çünkü,
sevgili, sevenin sevgisini öğrenince ona gücenir.
Sevgili
seveni paylar hemen, onun tarafından sevildiğini duyunca.
Sevgili
kakır, azarlar. Öyle bir nâz eder ki onun nâzı, nâza bile nâz edilmiş
nâzdır.
Bu
nâza niyâz ede ede tahammül edebilen âşık, sevgiliden yıktığı gönülü,
cân ilini, tâmir etmesini diler.
Zaman
zaman öylesine bilinçlenebilir ki, sevginin karşılıklı olması gerektiğini
sevgiliye korkusuzca söyleyebilir.
Oysa o herkesi, her güzeli sevdiği halde onu kimse sevmez.
Bu
yüzden artık çözüm çözümsüzlüktedir. Dermân dermânsızlıktadır.
Bu dermânsızlık
içinde seven, bülbül, andelîb-i gûyâ, sevenle sevileni, kendisiyle
sevgilisini karıştırır birbirine. Sevgili, hiç anlaşılmayacak olan bir
sırdır, kimdir sevgili?
Ben miyim,
cân olarak, yoksa benden başkası mı? Sevgilinin aynası mıyım, sevgili
benim aynam mı? Dünyanın zulmünden kaçarak sığınmaya çalıştığım sevgili,
bana zulmeden bir yabancı mı?
Kimdir sevgili?
Cân mı? Benden bağımsız cânan mı?
|
||||
İletişim
Bilgileri
: |
||||
Adres:
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 06531 Ankara, Türkiye Telefon: + (90) (312) 210 3141 Fax : + (90) (312) 210 1287 Oda Numarası: Z-43 E-mail : ainam@metu.edu.tr |
||||