Odtü-Felsefe Bölümü sayfasý
   
     
   
Prof. Dr. Ahmet İNAM
   
         
         
 
giriş
 
    Online Yayınlar    
   
Andelîb-i Gûyânın Yolculuğu Olarak Aşk-2
   
   


5. ÂNESTÜ NÂRÂ

Güzel sevme, tüm belâlarına karşın göze alınır. Güzel, sevilmek içindir. Yola çıkan, söyleyen bülbül, dilli bülbül, yanık bülbül nasıl sevileceğini bilir, hem de çok iyi bilir. Çünkü güzel sevme fenninde,ilminde (“ilminde” demek, “ilme” saygısızlık olmazsa) bülbül çok başarılıdır. Sevmeyi beceremeyen, aşk yoksunu sofu, zâhîd, aşkı bülbülden sormalıdır. Güzel sevme denen fende çok çalışmış, çok yol katetmiş, bilgisini pekiştirip sağlamlaştırmıştır bülbül:
Güzel sevmekde zâhid müşkilin var ise benden sor
Bizim ol fende çok tahkîkimiz itkânımız vardır
Nedîm
Bülbül güzelsiz olmaz, güzeller gül bahçesinde bülbülü bekler çünkü. Yola çıkılıp, gülsitana varılmalıdır.

Biz güzellersiz olmazız Ahmed
Bülbülüz gülsitânsız olamazız
Ahmet Paşa
Kitâb-ı aşk okunacak. Nasıl? Yanarak. Yanmayı öğrenerek. Yanmadan kitâb-ı aşk okunamaz. Kitâb-ı aşk okumak için içindeki “şem”i yakmak gerekir, bu mumum ışığı altında, bu mumun ışığında yanarak okunur aşk kitabı, bir suhte olunur sonunda, yanmış tutuşmuş bir, fen sahibi.

Yakıp şem’in kitâb-ı aşk okur bir suhte var mı
Dilâ bî-hûde meşhur olmadı ol fenle pervâne
Şeyhülislâm Yahyâ
Yana yana yürüyen suhteye rastlayıp hatırını sormaya görün: Sizden yâre ulaşmada yardımınızı dileyebilir, Tanrıdan dilediği gibi. Ya yâre ulaşılacak ya yapayalnız kalıncaktır. Aşkta ya âşığa yardım edilecek ya âşık yapayalnız bırakılacak ilişilmeyecektir ona:
Ey hâtırım soran göricek kaygılı beni
Yâ vasl-ı dilber ile sevindir yâ ko beni
Şeyhî
Âşık bülbül yanıp yanıp tekrar yandığı âteşe doğru yürüyecek, bu yürüyüşte kendisine Ânestü nârâ sözü eşlik edecektir; Ânestü nârâ: Bir ateşe yakınlaştım. Hz Musa’nın Tur dağında ilâhi ışığı ateş sandığında söylediği sözdür ânestü nârâ. Yanar ve ânestü nârâ dersiniz. Yanmanız bitmemiştir çünkü. Yandıkça ateşe yakınlaşırsınız. Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır. Ateşin üstünde durmaktır. Murâdına ermek, sürekli aramayı gerektirir. Murâdınıza erdikçe muradınıza eremezsiniz. Ten sevgiliye ulaşacaktır. Ten ulaşmadan cân ulaşmaz. Ten ulaşmazsa cân teni terkeder. Ne demişti Hafız?

Muradıma erişinceye kadar aramaktan el çekmem. Ya ten sevgiliye ulaşır ya cân tenden çıkar!
Hâfız, 241. Gazel
Sevgili yürüyüşü insanı suhte kılar, yanmaktan korkmayan yiğit insanların işidir sevmek. Mahbubluk devrânı, öyle bir devrandır ki, orada aşk insandan yürek ister, kül olmaya hazır ruh ister. Ayıp değildir sevmek, ayıplık bir yana, kahramanlıktır.
Dostum sevmek sevilmek kişiye ‘ayb olmaya
Çün yiğitlik devridir mahbûbluk devrânıdır
Üsküplü İshâk Çelebi

Nedir derdi bülbülün? Yolculuğu hiç biter mi? Ne kadar sürer? Aşık olmak eksik olmak demektir. Yâr eksikliğidir herşeyden önce. Yâre duyulan eksikliktir belki de;

Hey ne müşkil kâr imiş âlemde yâr eksikliği
Cânıma kâr eyledi bî-ihtiyâr eksikliği
Hayâlî

Hayâlî, yâr eksikliğinin yanında tuhaf bir şeyin eksikliğini daha duyuyor. “İhtiyârı” (karar verme gücü diyelim kabaca buna) olmasından yakınıyor. Neden kararsız değilim, karar verme gücüm, iradem neden var diye yakınıyor. Yâr yok, bî-ihtiyar yok! Aşksızlık bu işte. Aşk yolunda düşen anlayabilir bunu. Neden yâr yoktur? Çünkü devrân öyle bir devrân çağ öyle bir çağdır ki rüzgâr yoktur. Rüzgâr olmayınca yâr olmaz.

Rûh-ı gamda ben gubârı hakden kaldırmayan
Rûzigâr eksikliğidir rûzigâr eksikliği
Hayâlî

Rüzgâr olmayınca bir toz (gubâr) olan âşık yerden kalkmaz. Sahralara savrulmaz.

Savrulsa hiçliğe savrulacaktır, yokluğa, “fenâ”ya. Âşık, sinesine düşen aşk yarası ile yok olmakdan zevk duyar. Bir gam akşamında mumlar yakıp sevgiliyi arar. Belki sevgiliyi değil de sevgilinin bıraktığı boşluğu, yokluğu arar.

Sine-i pûr dağ ile âşık fenâdan aldı zevk
Şâm-ı gamda şamlar yakıp arar eksikliği
Hayâlî

Çağ, toplum, kültürel koşullar kısaca devran; devrandan korkusu yoktur aşığın. Devrân sevgiliyi alıp uzağımıza götürebilir, ama dünyanın bir gül bahçesi yok mudur? Bir “gülzâr-ı dehr”i? Vardır. O gül bahçesine bir bülbül gerekli değil midir? Hezâr eksikliği, bülbül eksikliği kötü bir eksikliktir. Dünyaya çok yazık olur hezârını yitirirse. Dünya aşkın, aşkı var kılacak âşıkın, hezârın kıymetini bilmelidir:

Kûy-ı dilberden ne gam dûr etsen ey devrân beni
Çok mudur gülzâr-ı dehre bir hezâr eksikliği
Hayâlî
Eksikliği gidermek için bir tenhâ oda bulup sevgiliyle halvet olmak yeterli midir?
Ümid-i vasl ile dilden gidüpdûr sabr u a’kl u cân
Müşerref olmayalum mı mu begüm gel oda tenhâdur
Üsküplü İshâk Çelebi
Tenhâ odada acele geçiştirilecek bir şey midir acaba “vasl” ? Güzel sevmeyi bilirsen cümle eksikler ortadan kalkar
Vardur İshâkun begüm her nesnede eksikliği
Lîk dilber sevmede bir zerrece noksânı yok
Üsküplü İshâk Çelebi

Çapkın bir bülbül olan İshak Çelebi öylesine yitirir ki sabr u akl u cânını, gökyüzünden bir ses duyar, ses bütün güzellere, İshakâ bûse lûtfetmeyi buyurmaktadır.
Âsumandan bir nidâ gelmiş dimiş dilberlerün
Cümlesi İshâka virsün bûsesi in’âmını
Üsküplü İshâk Çelebi

Bülbül, güzel sevmekte şanslıdır. Tâli-i firûz üstün talih sahibidir çünkü gökyüzünün yapısı, güneş tutuşturan ayı vardır gökyüzünde. Sevgilisi güneşi tutuşturan aydır. İşte bu ay, gökyüzündeki düzeni değiştirmiş güzel sevmede şanslı kılmıştır aşığı, bülbülü.
Felekde misli yok bir mâh-ı mihr-efrûzumuz vardır
Güzel sevmekde elhâk tâlî-i firûzumuz vardır
Şeyhülislâm Yahyâ
Güzel sevme bir âb-ı hayattır, insana can verir gençleştirir.
İhtiyârım ama bir gece sen beni adam akıllı bir sev de, seher çağında koynundan genç çıkayım
Hâfız, 380. Gazel
Güzel sevme belâlıdır, yakıcıdır, eksiklerle yoksunluklarla doludur, buna karşı “dilden sabr u akl u cân” gittiği için tenhâ odalara dâvet edilen sevgili ile murâd aranır. Bülbül ne denli “fünûn-ı ışkı tekmil eyle”se de, gamdan kurtulamaz. Sevmeyi bilen gamla ve gözyaşıyla bir sohbet meclisi kurabilir.
Gele ey gam bu gece sohbet-i hâs eyleyelim
Bir sen ol bir de hemân dide-i giryân olsun
Üsküplü İshâk Çelebi
Gam meclisinde aç sussuz, nasiplerini alamamış garibân gibi kalakalırlar âşıklar, aşk bilgisine, hünerine sahip olsalar da.
Fünun-ı ışk-ı tekmil eyleyenler bî-nevâlardır
Cihânda behremend olmaz kalur ehl-i hünerdirler
Üsküplü İshâk Çelebi


6. “IŞKDAN BİGÂNE”LERİN ZULMÜ

Bülbülün aşk âlemiyle zoru ne? Neden ümid-i vasl gerçekleşmiyor? Gerçekleşse de gerçekleşmiyor. Yâre ulaşılamıyor. Sevgili, bülbüle bırakılmıyor. Ne devrân izin veriyor ne de ağyar. Devrân neden izin vermiyor? Ne sorun var bu devrânda, dünyada?

Cihân bir simyahâne felek hem sihr-saz ancak
Meh ile mihr çapük-dest bir iki hokka-bâz ancak
Hayâlî

Dünyanın içinde bulunduğu cihânı anlamak olanaklı değil; orası, bakırdan altın elde edilmeye çalışılan, büyülerin yapıldığı bir yer. Dünya, devrân, cihân içindedir, gökyüzü, gök halkaları, felekler, dünyadaki yaşamı etkiler. Ay ve güneş eli çabuk bir hokkabazdır. Gökte ve yerde bir takım anlaşılmaz oyunlar oynanmaktadır. Cihân aldatıcıdır, anlaşılmaz, kavranamazdır.

Böyle bir dünyada yaşarken, insan, sürekli zarar eder:

Cihân bâzârına her ne getirdikse ziyân ettik
Metâ-ı sûdmend eydil hemân söz u güdâz ancak
Hâyâlî
Cihân pazarında kârlı olan satış ancak yanıp yakılma olabilir.

Bu aldatıcı hokkabaz dünya yâre kavuşmayı engelliyor. Derdimiz yâr değildir; yâr değildir bu sevdâ yürüyüşünde bize acı veren; yaşadığımız düzendir, zamanın isteği, âşıkın yolunu engellemektir. Bülbül, engeli bilir.

Yârdan ben ne şikâyet edeyin çünkü beni
Nâ-murâd etmek imiş devr-i zamânın hevesi
Şeyhî
Yâra giden yolda aşığın önünü kesen en azından üç engel şunlardır: Yârın kendisi, ağyâr ve düzen. Bu nedenle yapılacak şey, sürâhiyle bir kitâbı alıp, hayatın, dünyanın uzağına çekilmektir. Nereye? Meyhâneye. Meyhâne, alışılagelen yaşamın dışında bulunuyor.

Sürahiyle bir kitapdan başka ne dostumuz olsun ne hemdemim. Bu suretle de cihânın hilebâz ve gaddar adamlarını az göreyim.
Hâfız, 317. gazel
Cihânın hilebaz ve gaddar adamlarının ayakları altında inleyen bir aşkkürede, yâr da, aşk da yok edilmekte, bozulmakta, çarpıtılmaktadır. Öyleyse cihânın görünürdeki nimetlerine, şana, şöhrete makâma önem vermemek gerekmektedir:

Aldanmamaşız mansıb u câhına cihânın
Dervişleriz sâkin-i meyhâneleriz biz
Usûlî
Dünyadan aşk âlemine meyhanelerden geçilerek gidilecektir, çünkü mey, bu dünyada aşkların yaşandığı aşk küre ile aşk âlemi arasında yoldur, köprüdür. Yürüyüşte engel bitmez: Sevgiliye giden yolda, ağyar (rakib, hasm, ayruk, düşman) iş başındadır. Ağyar, sevgiliyi seven, sevgimize engel olan, sevgilimizle ilişkimizde bize tehdit olanlardır. (Ağyar, “gayrı”lardir!) Ne özellikleri vardır, aşığın gözüyle görüldüğünde? Şeytandır, örneğin.

Yâr ile ağyârı gördüm oturur iken dedim
Ey melek sûret nedir yanında şeytânın mı var?
Hayâlî
Ağyâr, melek olan sevgilinin yanında şeytân gibi durur. Sevgili abartıldıkça, ağyâr aşağılanmaktadır. Şeytanın meleğin yanında ne işi vardır? Melek, kendisi de bir melek olan aşığın yanında olmalıdır. Bülbülün yanında. Hokka dudaklı melek, ağyarla, rakible konuşurken, şeytana ‘gayb sırrını’ açmış bir melek gibidir. Şeytâna bu bilinmeyenin gizini açmak doğru değildir. Gayb sırrı melekte kalmalıdır. Sevgili paylaşılmayacak bir gayb sırrıdır çünkü. Onunla hem-râz olmak, sır ortağı olmak ancak sevenin ulaşacağı bir durumdur. Bülbül hem-râzdır. Sevgili onundur. Sır onundur. “Söz gehveri” ağyara açılamaz. Sözün özü, sevgilide kalmalıdır. Söyleyen bülbülde, andelib-î gûyâda.

Ol hokka-leb rakîbe ki söz gehverin açar
Şeytânı gayb sırrına hem-râz eder diriğ
Ahmet Paşa
Ağyar kördür. Sevgilinin güzelliğini göremez. Sevgilinin yüzü bir aynadır, ağyarsa aynaya bakan bir kör. Oysa bu aynaya ancak güzel insan bakabilir, sevgilidir bu güzel insan. Sevgili aynadır, ancak güzeller onu görebilir. Sevgiliyle eş güzellikte olanlar. Rakipse, ağyarsa kör (nâbîna) dür.

Sakın ağyara gösterme cemâlün
Koma âyine nâbînaya karşı
Hayâlî
Ağyar eşek, sevgili ise göğe çıkan İsâdır. Eşeğin İsâ ile işi ne olabilir? İsâ eşeği ile göğe çıkmadı ki!

Rakibin dilberâ kûyunda neyler
Ki İsâ ile göke çıkmadı har
Hayâlî

Köpektir ağyar. Yar eşiğine vardığımda ürer, havlar bana.

Yar eşiğine varmağı afv eylemez rakib
Söyletmen ol iti kerem eylen ki söz ürer
Necâtî
Deli bir köpektir rakib, kudurur ve âşıklara dilini çıkarır, söz söyler, havlar.

Yine uşşâka dilin çıktı kudurdun mu rakib
Biliriz böyle olur seg kim ola divâne
Necâtî
Rakip ölürse, sevgilinin kapısından bir köpek eksilmiş olur. Sevgili zararlı değildir rakibin ölmesinden.

İşittim kim rakib ölmüş habibin ömrü çoğ olsun
Kapıdan bir seg eksilmiş anı sanman ziyânlıdır
Necâtî
Bir köpek, it, seg olan ağyar, ne zaman sevgilinin yanına gidilse, sevene saldırır:

Kûyûna ölmege varsam eder ağyar hücûm
Eşiği itleri ben hastaya rahat mı verir?
Şeyhülîslâm Yahyâ
Peki sevgilinin tutumu nedir? Ağyarı mı, âşığı mı sevmektedir? Sevgili ikisini de idâre etmeye çalışmaktadır.

Bana bir yüz gösterir ağyara bir yüz dilberim
Kendüyi gülzâr-ı hüsn içre gül-i rânâ satar
Hayâlî
Güzellik bahçesinde hoş güller satan yâr, hem ağyara hem sevgiliye yanaşarak ortalığı kızıştırır.

Çünkü yâr ağyâr ile dem-sâzdır
Bana günde bin kez ölmek azdır
Necâtî
Ağyâra yönelince sevgili, âşık günde bin kez ölür, kahrolur.

Sevgiliye vurmak, eşiğine, kapısına, ayağına, ayağını öpmeye varmak demektir. Yolunda toprak olmaya hazırdır, âşık. Ayağını öpmek umuduyla yola çıkarsınız ve bakarsınız ki sevgilinin ayağının altında bir el, bir yabancı, bir diğeri, bir ağyâr olmuşsunuzdur.

Ümid-i pây-bûsiyle yolunda hâksâr oldum
Müyesser olmadı pâ-mâl-i ağyar olduğum kaldı
Şeyhül İslâm Yahya
Sevgili sizi ağyara dönüştürebilir. Ben senin âşığınım diye varırsınız yanına, o sizi ayaklarının altına alıp, sizi kendine yabancı kılar, ağyar durumuna sokar. Siz ağyarı engellemek için varırsınız yanına, ulaşamaz ağyar olursunuz. Yâr olamazsınız. Yârin yâri olamazsınız. Sevgiliye güvenilmez çünkü, ben ona hayranken, o bana değil de bir başkasına hayrandır.

Bu cemâl-i bî-nazîr ü hûsn-i bî-hemtâ ile
Ben onun hayranıyam kim ol kimün hayrânıdır
Üsküplü İshâk Çelebi
Bu benzersiz güzellik, güzelliğini hayranları ile geliştirdiği için, hayranlarını çoğaltmak zorundadır. Sevgilinin hep sevenleri, hayranları olacaktır ki, o sevgili olsun. Sevgili ile onu sevenleri olmasa cihân güneş ve aysız, anlamsız olurdu.

Sevdügûm ile sevdüğûmün sevdiği eğer
Olmasa kalur idi cihân mihr ü mahsuz
Yahyâ Bey
Sevgiliyi saklamak sır saklamak gibi idi. Yukarıda Ahmet Paşa’dan aldığım beyitte sevgilinin saklanması gereken bir sır gibi görüldüğünden söz etmiştik. Sevgilinin derdi bile rakibden saklanmalıdır. Çünkü derd temiz kalpli insanlarla paylaşılır, oysa rakip kin gütmektedir.

Neden? Rakip niçin şeytan, eşek, it, kötü kalplidir? Sevgiliyi bizimle birlikte seviyor olmak neden onu aşağılamamıza yol açmaktadır? Âşık ne yâri ne de ağyarı tanımak istememektedir. Önceden kararının vermiştir o: Yâr melek, âğyar şeytandır.

Sevgilinin derdîni rakibin ağzına düşürmeyip gizlemek daha iyi, Çünki kin güdenlerin gönlü, sırra mahrem olmaz.
Hâfız, 263. Gazel
Benim sevgili için yanmam, ağyarın işine gelirse, benim yanmam yüzünden, yârime verdiğim ışıkla, yâr, ağyar meclisinde ışık kaynağı olursa, bu hiç de hoş olmaz. Benim yanmam yâr içindir, ağyar için değil. Ağyarın yâri daha iyi görmesi için değil.

Sevgili, bana yar olursa hoş, fakat ben yanar dururum da o, ağyar meclisine çırağ olursa hoş değil doğrusu….
Hâfız, 206. Gazel
Sevgili ağyar meclisine çırağ olursa ne olur benim halîm? Neler duyar, nasıl acı çekerim?

Dost düşmanlar ile sohbet-i hâs eyleyicek
Bana şem’in özü köynür kadehin içi acır
Necatî
Dost, sevgili ağyar ile, düşmanlar ile sohbeti koyulaştırınca ben kahrolmam yalnızca, mumun özü dertlenir, kadehin içi de bana acır. Eşya benim halime üzülür. Eşyâ benim yanımdadır çünkü. Dünya zaman zaman düşmanım olsa da, yârim ağyar ile söyleşince bana acımaya başlar.

Ama ben ağyara kızarsam, dünya bana acısa da öfkemi ağyardan fenâ halde çıkarır onu perişan edebilirim. Bütün ağyara, duyduğum kıskançlıkla onları sevgiliye yaklaştırmam.

Ah ile komam dilleri zûlfunda huzûra
Cemiyette-i ağyar-ı perişân ederim ben
Nef’î
Sevgili bakış oklarını aşıktan ağyara, ayruğa, bir başkasına yöneltirse içinden belki de sevgiliyi de ağyarı da yok etmek geçer. Belki ağyarı perişân etmek yâre dokunmamayı düşünebilirim.

Doğrulducak Necâtî’den ayruğa tirini
Allah bilir ki hasta gönülden neler geçer
Necâtî
Ağyar, yâri kandırıp, aşığın kendisini sevmediğine iknâ etmeye çalışır. Âşık yeminler ederek sevdiğini sürekli olarak vurgular.

Düşman ne dîdügün beni bilmez mi sanursun
Sevmez diyenûn sözûnûne fi’lhâl inanırsın
Üsküplü İshâk Çelebi
Ben senin düşmanın değilim denir sevgiliye, senin düşmanların ile dostluk etmiyorum. Ben senin yârinim, ağyarın değil. Benim açımdan bakılınca sen yârimsin. Ama yârim açısından bakılınca ben ağyar görünüyorum. Sevgilimin düşmanları ile dostluk yaptığım için, sevgiliyi sevmek, düşmanları ile dost olmamayı gerektirir. Yâr olmak tümüyle bağlanmayı gerektirir.

Dostum düşmenler ile yâr sanmışsın beni
Ey dîrigâ yâr iken ağyar sanmışsın beni
Usûlî
Oysa, aşk ehline yakınlaşırsan, aşktan habersiz olanlardan uzaklaşmış olursun. Aşka yakın olanlara yakın, aşktan uzakta olanlara uzakta durmam gerekir.

“Âşina-yı ışk” âşîna olanların rakib ile sorunları olmaz.

Âşinâ-yı ışkdan bîgâne olup dôstum
Işktan bigânelerle âşinâ olmak neden
Üsküplü İshâk Çelebi
Rakibe aldırış etmemize gerek yoktur. Rakip ne derse desin onu anlamayarak, onun sitemlerine yanıt vermemek en iyisidir.

Ağyar elemin çekme gönül nâfile gamdır
Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir
Nef’î
Sonunda sevgiliyle anlaşmaya bile varılır. Sevgili, çünkü, hem âşığa, hem de ağyara eziyet etmektedir. Sevgilinin bakışı, cefâ okudur. Bu bakışı, bu oku ise, ağyar kıskanır. Okun kıskanılacak nesi vardır? “Çok sevdinse oku” denir rakibe, al gözüne sok!
Tir-i cefâdır andan iren bana ey rakîb
Çok gördün al anı dahî gözîne sok
Ahmet Paşa

Ağyardan korkulmaz, onunla didişilir, ona değer verilmez, hakaret edilir. Ağyar bir tehdittir ama aşk-âlemine yürüyen bülbülümüz de az ceberût değildir! Kıyameti koparabilir, ağyar ile kavga edebilir.

Düşündürücü olan, bülbülün, âşığın, ne sevgilisinin ne de ağyarın kim olduğunu merak etmemesidir. Sevgili aşk kürede, aşk âleminin gül-i ra’nasıdır. Melektir. Ağyar ise şeytan.

Gerçekten de kimdir sevgili andelib-î gûyâ için? Söyleyen bülbülün gözü, ne kadar sevgiliyi, biricikliliği, farklılığı, ayrıntısı içinde, görebilme gücüne sahiptir?


  7. HABİBÜN ASİTÂN-I ÂSÛMANI OLARAK DEST-İ BİGÂNE

Kimdir sevgili? Ben cân verirken, şarap için öpüşendir, ağyarla.
Ben iki bir demiyim cân virem ü karşıma sen
Çifte dolular içip öpüşesin iki de bir
Necâtî
Zâlim, bencil, keyfine düşkün biri. Âşığına söğer ve âşık bülbüle bu sövgüler tatlı gelir.
Bana söğdüklerin hep tatlu geldi
Begüm sen sûkheri helvâ imişsin
Üsküplü İshâk Paşa
Sevgilinin sövmesi, zaten aşkından hasta olan sevene bir dua gibi gelir.
Lutf edip incinmesin söğdûm Usûlî’ye demiş
Her ne söğmek hasta câna ol dua’dır sevdiğim
Usûlî
Sevgili, durmadan eziyet eder? Neden sevgilinin zoru nedir? Aşığa çektirdiği acının ardına ne vardır?
Sen elinden geleni cevrden eksik komadın
Ne diyeyin sana ey yâr elimden ne gelir
Ahmet Paşa

Sevginin elinden gelen, eziyet etmektir, aşık ise bu eziyete karşı çaresizdir, seven ve sevilen arasındaki dengesizlik, sevgilinin dorukta, sevenin çukurda olması, bu eşitsizlik, ikisi arasında sağlıklı iletişimin kurulmasını engeller. Bu çâresizlikten, sevgiliyle aradaki uçurumdan kurtulmanın tek yolunun ölüm olduğu düşünülür.

Dil ü cân derdine çun çâre hemân ölmek imiş
Öleyin derd ile nâ-çâr elimden ne gelir
Ahmet Paşa
Yanına varılır, bir ömür harcayarak, kapısında toprak olunur.
Ser-î kûyuna erdim nakd-î ömrü gerçi harc ettim
Cihanda bana da hâk-i der-i yâr olduğum kaldı
Şeyhülislâm Yahyâ
Sevgilinin eşiği o denli yüksektir, âşık sevgilinin eşiğinin göğünü yuva edinir.
Huzurum şâhbâzını uçurdı dest-i bigâne
Habibün âsitan-ı âsumânın aşiyân itdûm
Yahyâ Bey

Yabancının, anlayışsızın eli huzurumun doğanını uçurdu. Huzurum bir doğân gibi güçlüydü. Dengeliydim. Bir yabancı, bir uzak insan, bir anlayışsız, geldi huzurumu bozdu. Kim bu bigâne? Sevgili mi yoksa? Kimin elidir dest-î bigâne? Ağyar değildir. Ağyar huzurumuzu bozar ama, nerede? Habibûn âsit’an-ı âsumanında! Oysa henûz yârin eşiğinin göğüne varmadı ki, seven! Huzur, yâr eşiğine varmadan kaçmıştır. Kimdir kaçıran? Sevgili hem yüksekte, âsumânda, hem de uzağımda, yabandadır. Sevgili eşiğin göğüne yuva kurmağa çalıştığım bir yabancıdır. Benden haberi yoktur çünkü. Bigânedir bana, ben sevene, ben bülbüle... O yabancının eşiğine varıp yuva kuruyorum. İşte benden bigâne olan sevgiliye, sevgiliden bigâne olan ben, varıp onun eşiğine yuva kuruyorum. İki bigâne arasında bir hadise var. Buna aşk deniyor. Aşk küre, aşk âleminin kopyası, kötü, tozlu bir aynası olarak bigâneliği yaşatmaktadır ancak, aşk adına! Aynanın cilalanması için saykala gerek vardır*.

Bu erişilmez sevgilinin varlığı bir silâhtır sanki, bakışları ok, gamzeleri hançerdir. Fitne çıkaran, ortalığı karıştırıcı, bir cadıdır. Bu cadılığı ile mest eder.
Göz ucuyla naz eder mestâne hem hançer çeker
Görmedim ol gamze-i câdu gibi fettân mest
Nef’î
Bu karıştırıcılığı, büyüleyiciliği içinde sevgilinin yüzünde tüm evreni gösteren ayna vardır.
Sözünde hile vü efsun gözünde fitneler zâhir
Yüzünde gün gibi âyine-i âlem-nümâ peydâ
Yahyâ Bey
Sevgilinin yüzünde neden evreni gösteren ayna vardır? Sevgiliye evren bakıyordur, çünkü. Evren sevgilidedir. Âlem, seven açısından görüldüğünde âlem-i aşktır. Sevgili evreni taşır içinde, evreni yansıtır. Oysa fitnecidir, yoldan çıkarıcıdır. Cihânı yansıtan birisi nasıl böyle hileci olabiliyor? Çünkü, sevgilinin yüzündeki aynayı görebilmek için, sevgilinin tuzağına düşmek, hilelerine kanmak gerekir. Hileye aldanmadan sevgiliyi göremezsiniz. Mâsumiyet içinde görülmez sevgili.

Sevgili, sevene, ağyarı severek de zulmeder. Onu sende iş yok diyerek kapısından kovar.
Gönlüm de gitti dinim de. Sevgili beni kınamaya kalkışıp, haydi git, benle düşüp kalma; gayri sende hayır kalmadı dedi
Hâfız, 89. Gazel
Bu zulmûne karşılık seven, sevgiliye, sevdiğini söylemekten çekinir. Çünkü, sevgili, sevenin sevgisini öğrenince ona gücenir.
Bu hasta vü bî-çâre vü dermânde fakirün
Derdi dilini dirdi n’idem kim gücenürsün
Üsküplü İshâk Çelebi
Sevgili seveni paylar hemen, onun tarafından sevildiğini duyunca.
Ömrümün içinde bir kez yanılıp sevdim dedim
Kakıma kulun işi dayim hatâdır sevdiğüm
Usûlî
Sevgili kakır, azarlar. Öyle bir nâz eder ki onun nâzı, nâza bile nâz edilmiş nâzdır.
Ol serv-i nâz nâza dahi nâz eder dirig
Ehl-i niyâza merhametin âz eder dirig
Ahmet Paşa
Bu nâza niyâz ede ede tahammül edebilen âşık, sevgiliden yıktığı gönülü, cân ilini, tâmir etmesini diler.

Cân ilini cevrin ile nicesi kıldın harâb
Vaktidir ta’mire bûnyâd eyle kurban olduğum
Ahmet Paşa
Zaman zaman öylesine bilinçlenebilir ki, sevginin karşılıklı olması gerektiğini sevgiliye korkusuzca söyleyebilir.
Müşkül bu kim muhabbet iki baştan olmadı
Sevdirmedi sana beni illâ bana seni
Necâtî

Oysa o herkesi, her güzeli sevdiği halde onu kimse sevmez.

Sever her gördüğü mahbûbı dirler
Görün İshâkı aslâ sever yok
Üsküplü İshâk Çelebi
Bu yüzden artık çözüm çözümsüzlüktedir. Dermân dermânsızlıktadır.
Vasla dermân isteyenler derde dermân etmesin
Derde dermân eylesin kim derddir dermân-ı dost
Necât

Bu dermânsızlık içinde seven, bülbül, andelîb-i gûyâ, sevenle sevileni, kendisiyle sevgilisini karıştırır birbirine. Sevgili, hiç anlaşılmayacak olan bir sırdır, kimdir sevgili?

Ben miyim,  cân olarak, yoksa benden başkası mı? Sevgilinin aynası mıyım, sevgili benim aynam mı? Dünyanın zulmünden kaçarak sığınmaya çalıştığım sevgili, bana zulmeden bir yabancı mı?

Kimdir sevgili? Cân mı? Benden bağımsız cânan mı?
Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle cân mısın cânan mısın kâfir
Nedîm


   
   
   
     
     
 
Özgeçmiş| Yayınlar |Verdiği Dersler|Yönetilen Tezler|Haftalık Ders Programı
 
     
 
İletişim Bilgileri :
 
 
Adres: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 06531 Ankara, Türkiye
Telefon: + (90) (312) 210 3141   Fax : + (90) (312) 210 1287
Oda Numarası: Z-43   E-mail : ainam@metu.edu.tr
 
 
Mesaj göndermek için !