Prof.
Dr. Ahmet
İNAM |
||||||||||
Andelîb-i
Gûyânın Yolculuğu Olarak Aşk-3 |
||||||||||
8. SEVEN SEVGİLİ İLİŞKİSİ ÜSTÜNE BÂZI DÜŞÜNCELER Nereye geldi andelib-i gûyâ? Nereye ulaştı bu yolculuğunda? “Beni eyle vasla şayân” diye diye yürüdü, uçtu. Vasla şayân olabildi mi? Kolay mıydı? Vasl nasıl olanaklıdır? Tüm bu soruların yanıtları bâzı kavramları yeniden gözden geçirip, bir ölçüde belirgin kılmakla gerçekleştirilebilir. Elimde, çalışmanın buraya kadar gelen bölümünden yola çıkarak bundan sonrasının açıklamaya yardımcı olacak on iki temel soru var. Bu soruların ardından kavram kurgusuna, inşâsına girişebilirim. 1. Sevgili neden sevene eziyet etmektedir? Neden hırsızdır, hilecidir, örneğin sevenin gönlünü çeldiği için? 2. Seven neden sevgili karşısında kendini aşağılıyor, değersizleştiriyor? 3. Neden “kavuşma” olmuyor? Olsa da “vuslat” ardı yaşam, neden sıkça konu edilmiyor? Bu konu bülbülün ilgisini çekmiyor? Hasret bitince vuslat nasıl oluyor? Vuslatla aşk bitiyor mu? 4. Dost, sevgili, neden bana, sevene daha yakın? 5. Sevgili neden gizlenerek görünür? 6. Sevgilinin çevresi, civârı neden çöldür? 7. Sevenle sevilen arasındaki perde neden sevendir? 8. Neden ben ona muhtacım o bana müştâk (özlemli)? 9. Yâre ulaşmak için tutulan yol neden cennet ümidiyle başlayıp cehennemle biter? 10. Sevgiliye ulaşmada engeller nelerdir? 11. Neden sevgili aradığımız yerde değildir? 12. Âlem-i aşk dalgalanır mı? Bu sorulara verilecek yanıtlar için andelîb-i gûyâ kavram haritası şöyle çıkarılabilir. A) Seven ve sevgiliden önce verilmiş bir aşk âlemi, âlem-i aşk vardır. Bu âlem, yaşanan olağan günlük dünyadan bağımsız, tümüyle ayrıdır. B) Bu âşk âleminin yaşadığımız dünyadaki izi (trace, spur) aşk küredir. Aşk küre bu dünyada seven ve sevgilinin içinde bulunduğu düşünülen “sanal” bir ortamdır. C) Seven, bülbüldür. Sevgiyi, sevgiliyi söyleyip, şiir diline döktüğünde andelîb-i gûyâ, söyleyen bülbül olur. D) Sevgilinin ilgi gösterdiği, sevgisini paylaştığı diğer sevenleri ağyardır. Ağyar seven için bir tehdit oluşturur. E) Aşk küre bir şehr içinde, dehr’de, cihânda, âlemde bulunur. Şehr, dehr, cihân, âlem, devrân olarak da adlandırılabilir. Bülbülün, sevenin, yolculuğu devrân içinde, aşk kürededir. Sevgiliye doğrudur. Bütün bu aşk hadisesi, beş temel öğesiyle birlikte tasavvuf ikliminde ceryân eder. Hakiki aşk, aşk âlemine doğru, aşk küreyi önemsemeden yaşanır. Mecâzi aşk, aşk kürenin aşkıdır. Aşk kürenin aşkı, âlem-i aşktan beslenir. Bu nedenle tasavvufî bir yaşam sürmese de, söyleyen bülbül, tasavvufî iklimden uzak değildir. Tasavvufî yaşam içinde olanlar da aşk küre aşkını “mecâz” olarak dile getirirler. Aşk küreden aşk âlemine doğru yolculuk, aşk yolculuğu, bu iki âlemi ayıran berzâhta gerçekleşir. Âleme hiçbir zaman varılmaz. Vuslat aşk küredeki vuslattır. Berzâhtaki vuslattır. Dünyadaki yaşam, ayş-î deh-rûz içindeki vuslattır. Seven aşk âlemini fark ettiğinde aşk başlar. Sevgiliyi görmeden başlar aşk. Asıl olan sevgili değil aşk âlemidir. Fark edilince aşk âlemi, aşk küreye girilir. Aşk kürede, güzeller, sevilenler, sevgililer vardır. Sevgilinin yüzünde, bedeninde aşk âlemi yansır. Sevgili bir aynadır. Cihân-nümâdır. Burada, cihân, aşk âlemidir. Âlem-i aşk-nümâdır. Sevgili aşkkürede görülen ve gösterendir. Seven, görendir. Sevgili cihânı gösteren, aşk âlemini gösterense, bunu hak etmeye çalışır. Ayna olmak kolay değildir, aynanın tozlu olmaması, âlemin ışığı içinde yansıtılması “sorumluluğu” altında ezilir. Sevgili gibi sevgili olamamaktan korkar. Yükselmesi, âlem-i aşka yaklaşması, onu yansıtması gerekir. Bunu başaramadığı için seveni aşağı itmeye başlar. Ona eziyet eder, aşağılar. Sevgilinin, hileciliği, hırsızlığı (gönül çalması) sevenden güç alarak yükselmeye kalkışmasındandır. Seven aşk âlemini sevgilide gördüğü için, onu yüceltmek zorundadır. Bu yüceltmeyi ancak kendini aşağılayarak sağlayabilir. Durum bir çizelge ile gösterilirse:
Seven sevilen arasındaki uzaklık kapanırsa, şekilden görülebileceği gibi yüceltme uzaklığı azalır. “Aşk” azalır. Aşk yüceltme ile olanaklıdır. Yüceltme kalkınca durum şöyle olur: Birbirlerinin ayaklarını görmeye başlarlar. (Ok ucu başı gösteriyor!) Bu açıklamalarla yukarıda sorulardan 1,2,8’e kısaca yanıt vermiş olduk. Neden kavuşma yok? (3. soru) Kavuşma yüceltmeyi ortadan kaldırıyor. Ehl-i aşkın yaşabildiği muhabbet belki de şöyledir: Sevgili lûtfedecek aşığa doğru eğilip, seven yücelmeye çalışacaktır. Aşağıdaki gibi bir duruma pek rastlamıyoruz: Hem sevgili hem seven “yücelecek”ler, “baş başa verip”. Aynaları, aynayı işin içine kattığımızda yücelme uzaklığında aşk; Âlem-i aşk epey yukarıdan yansıyacaktır sevene. Sevgiliyi yukarı çeken, hem sevenin yüceltmesi hem sevgilinin seveni aşağılaması hem de ağyarın ve şehrin sevgiliye verdiği destektir. Vuslat, aşk kürede, sevgililerin bedenleri ve ruhları arasında olabilir. Oysa asıl yolculuk aşk âleminedir, bu yolculuğun ise son durağı yoktur. Kavuşma söz konusu değildir. Aşk küreye delilikle girilir. Aşk kürede “şeydâ”lar yaşar, aşk delileri. Gamla, dertle yaşanır. Delilik, âlem-i aşkın farkındalığıdır. Gam, derd, bu âleme varılmayacağının bulanık bilincindendir. Sevgililer “muhabbet” hâlini “halvet”i yaşabilirler, bu onlara neş’e, sürûr verebilir ama, bu muhabbet onları yeniden şeydâ eder. (“yine neşe-i muhabbet dil-ü cânım etti şeydâ!”) Şeydâlık onları yeniden aşk küreye, aşk kürenin daha derin katmanlarına sokar! Âlem-i aşka varabilme, onu nûruyla doya doya seyretme olanakları elden gider. Sevgili ile seven arasında yüceltme uzaklığı ya da eziyet uzaklığı, aşağılanma uzaklığı diyebileceğimiz uzaklıklar olsa da, sevgili, sevene, sevenin kendisine uzaklığından daha yakındır! Sevgilim, bana, benden daha yakındır! Neden? Sevgili cândadır çünkü. (Tasavvufî anlamıyla,Kur'an'da zikredildiği gibi, Allah şah damarımızdan daha yakındır! -Kâf, 16-) Aşk küreye düşer düşmez, aynasını gördüğümüz sevgili içimize, cânımıza düşmüştür. Cân ise gizlidir, nihândır bize. Seven cânıyla söyleşemez. Sevgiliyi dışsallığı (extériorité) içinde göremediğimiz için, farkına varmadan sevgilinin içimize “kaçtığını” görüveririz. Sevgiliyi dışımızda gördüğümüz için âşık olmadık, aşk âlemini içimizde duyduğumuz için âşık olduk. Bu âlemi yansıtan güzeller aradık. Sevgili geldi. Önce aşk, sonra sevgili. Sevgili bir aynaydı âlemi gösteren. Âlemin yansıtmasıyla birlikte sevgili cânımıza, sevgili gönlümüze düştü. Câna düşen sevgili, orada sır oldu. Bize bizden yakındı çünkü cânımızda idi. Cânımız sır olduğu için, oradaki sevgili de sırdı. Cânımızla söyleşemeyip, kendimizi sevgilimizde göremediğimiz için. Cânımız, kalbimiz, gönlümüz bir ayna. Cihânı, sevenler olarak biz de yansıtıyoruz. Sevgiliyi yüce bir varlık olarak, ondaki âlem görüntüsünü yücelterek yansıtıyoruz. Ama sevgilide kendimizi göremiyoruz. Biz nasıl sevgiliyle ilgili değil de aşk âlemi ile ilgiliysek sevgili de bizle ilgili değildir. Sevgili dolaylı olarak ilgimizi çeker. Aşk âlemini görmek için. Sevgilide kendimizi göremediğimiz için, kendimizi öteki insanla tanıyabilme gereğini yerine getiremediğimizden, kendimizi seven olarak bilemeyiz. Cân bir sır, cândaki sevgili, sevgiliyle aşk kürede yaşadığımız aşk, bir sır olarak kalır. Sevgilinin gizlenerek görünmesinin ardında ne vardır? Bunun bir sevgiliyle bir de bizimle ilgili yönü vardır. Sevgili, âlem-i aşk-nümâ oluşunu hak edip etmediğinden emin olmadığı için, eksiklikleri, özürleri belli olmasın, seven üzerindeki etkisi artsın diyerek gizlenir. Bizse sevgiliyi cânda gördüğümüz için, giz içinde görürüz. Biz sevgiliye muhtacız, aşk kürede âlem-i aşkı ancak onunla gördüğümüz için. O bize müştakdır. Çünkü biz olmasak kendi gücünü göremez. Biz onun aynasıyızdır. Bize bakınca kendisini yücelmiş görür. Oysa biz ona bakınca kendimizi değil, âlem-i aşkı görürüz. Sevgilide biz yokuzdur, aşk âlemi vardır. Bizde ise yücelmiş sevgili, sevgilinin kendini gördüğü ayna vardır. Sevgili sevendeki aynaya özlemlidir. (seven-sevgili arasındaki karşılıklı ayna tutma, aynalaşma, üzerinde ayrıntılı, derinlemesine çalışılması gerekli bir konudur!) Sevenle sevilen arasında en azından dört engel vardır. Sevilen, sevgili, eziyetiyle seveni kendinden uzaklaştırarak, yüceltme uzaklığını büyütür. Bundan dolayı seveni uzak tutmak için engel koyar. Ağyar, yâre, sevgiliye yaklaşımı engeller. Şehr, dehr, devrân, aşk küreden rahatsız olunca, baskı uygular. En düşündürücü engel, sevenin engelidir. Seven kendisini sevgiliyle arasında bir perde, bir engel olarak anlar. Peki kendisi ortadan kalınca sevgiliye ulaşan kim olacaktır? Tasavvufî boyutta, benin ortadan kalkması “fenâfillâh”tır. Tanrıda yok alma, tanrıyla birleşmedir. Berzâh âleminde ise sevenin ortadan kalkması, sevgiliyi yüceltmek içindir. Seven nedenli küçülürse sevgili o denli büyür. Ortadan kalkan seven, aşk küreyi tümüyle sevgiliye bırakır. Sevgili, aşk âleminin nûrunu daha parlak yansıtabilir. Şöyle bir matematiksel denklem yazılabilir: Sevgilinin gücü x sevenin gücü=aşk kürenin gücü Aşk kürenin gücü sınırlı olduğu, devrânın etkisinde kaldığı için sınırlıdır. Sınırlı olunca, sevgilinin gücü ile sevenin gücü ters orantılı olmaktadır! Sevgilinin çevresi neden çöldür? Sevgilinin çevresini bahçeye çevirmek için uğraşmaması, sevenin hedefinin sevgili olmayıp aşk âlemi olması, sevgili “civârının”, “kûy”unun sahrâya dönüşmesine yol açıyor. Sevgili sevenin beklediği yerde değildir. Bir bîcâ, yerinde olmayış durumu, aşk küredeki konumlarının karşıtlığı yüzündendi (biri yukarı, diğeri aşağı) sevgilinin yeri bulanık, sır doludur. Gizlidir. Âlem-i aşk değişir mi? Bunu bilebilmek olanağı yok. Aşk, âlem-i aşkta değil aşk kürede yaşanır. Visâl aşk kürededir. Sûz-i firâk, ayrılık ateşinde yanma, aşk kürededir. Âlem-i aşk, aşk küreye yansıyabildiği ölçüde, aşk, derinliği, anlamı ve lezzeti ile yaşanır. Andelîb-i gûyâ, söyleyen bülbül, şair, şiirle aşk küreyi aşk âlemine yaklaştırmaya çalışır. Aşk âlemini kelimelerle, aşk küreye yansıtır. Şairin yalan söylediği, şairin ikiyüzlülüğü andelîb-i gûyâdan uzak savlardır. Şiirin sömürülmesi, aşk kürenin devrân elinde kullanılması söz konusu olabilir. Andelîb-i gûyâ, berzâh âlemindeki yürüyüşünde sahtekâr şairlerden dolayı acı çekebilir. Yine de seven ile sevgilisi arasında aşk küredeki hadisenin (“Bir hadise var cân ile cânan arasında”) şairlerden daha içten tanıkları yoktur. Her kültürün yaşadığı aşk, aşk küreyi ne denli inşâ edebildiğine, bu küreyi ne denli şiirleştirdiğine bağlı olarak değişiyor. Şimdi bu düşüncelerden örneklere dönerek, ileri sürdüğümüz savların uygunluğuna bir bakalım. Bu arada baştan sormuş olduğum sorulara bir ölçüde yanıtlar verdiğimi, örnekler üzerinde yanıtlarımı daha belirgin kılmaya çalışacağımı belirtmeliyim.
Sevgilinin zoru sevenledir. Sevenin dışında tüm kentliyle iyi geçinir,
herkese selâm verip, yaşadığı kenti bayram yerine,cennete çevirebilir.
Sevgili yaşadığı ortamda herkese ulaşabilir ama sevgiliye ulaşılmaz.
Öylesine ulaşılamaz ki onun yanında bile onsuz kalmaktayız.
Yâre ulaşma ümidi, bizi, dert isteyen insanlar hâline getirir. Yâre
ulaşılamaz çünkü, yâr ile biz karşıt yönlerde yürürüz. Bu yüzden, bu
ümitle yola koyulup cennet sandığımız aşk, cehenneme döner.
Sevgilinin çevresinden rezil olarak geçilir. Sevgiliyle eşdeğerde olamaz
seven, ona karşı mahçuptur. Onu bir türlü aradığı yerde bulamaz. Attığı
her adımda (hatvede) sevgilinin yerinde olmamasından yakınılır.
(şekve-i bîcâ)
Neden varılamaz sevgiliye? Neden karşısında mahçup olunur? Çünkü sevende
yeterli güç yoktur. “devlet” yoktur. Bahtı, yazgısı yasaklamış kavuşmayı.
Gam dağında dolaşırken, bu dağdan, kavuşma meyvaları toplamak ister.
Oysa gam dağı, çıplak bir dağdır, bağ değildir ki kavuşma meyvaları
yetişsin! Gam dağı aşk kürededir. Aşk küre, mîve-i
vaslı, kavuşma meyvasını yetiştirecek bağa sahip değildir. Sevenin
“devlet”i, talihi, mevkii, zenginliği yoktur. Aşk kürenin mîve-i
vaslı yoktur.
Yine de aşk kürede arada bir vuslat olanağı yok değildir.
Nasıl olur kavuşma?
İnce, cilveli, edâlı, nâzik, şiveli güzel, muhabbetine katabilir bizi.
Muhabbet ortağı yapabilir. O isterse biz ona katılabiliriz, lûtfederse.
Çoğu zaman
bizden kaçar, muhabbetine bizi iştirak ettirmez. Derdimiz anlar anlamasına
da uygun görmez nedense. Hâfız, sevgiliyi anlayışsız bulmaz, anlaşılmaz
bulur belki. Dileğimizi, müşrik-i muhabbet olma, muhabbete katılma
isteğimizi yadsır.
Sevgili zevk ve huzura erişmeyi şimdilik münasip bulmadı;
Sevgili o denli güçlüdür ki onun yanında benliğimizi silmek gerekir.
Yine de kendimizin değerini görmezlikten gelemeyiz.
Sevgili
bize özlem duyar. Seven sevgilinin aynasıdır çünkü kendi güzelliğini,
yüceliğini sevende görmek zorundadır.
Aynayız ama, sevenler olarak perdeyiz, engeliz de sevgiliye giden yolda.
Hail,
engel olmamalıdır sevenle sevilen arasında. Hâfız seven olarak kendini
engel görür. Perde (hicâb) olarak da görür:
Seven kendini sevene ulaşmada engel görüyor. Kendisi aradan kalkarsa
sevgilinin yüzünde aşk âlemini gösteren ayna, tüm ışığıyla ortalığı
aydınlatacaktır.
Sevgili
bana benden yakındır. Bunca uzaklığına, kavuşma olanaksızlığına karşın.
Neden
yakındır bana? Cândadır çünkü cânımın içindedir.
Kendisini
gizleyerek gelir sevgili, gizler çünkü cândadır. Cân ise gizlidir.
Sevgilinin
ağzı hırsızdır, çünkü gönül mülkünü yağma etmiştir. Bundan dolayı kaçar,
görünmez cân gibi gizlenir. Sevgili birden bire girer cân içine gizlenir.
Sevgili gizli olunca, aşk da aşk küreyi bir nihânhâne’ye,
gizlenme yerine çevirir.
Derdimize
çâre sağlığımıza aşırı düşkün olmaktan gelir.. Aşk da gizlenirse, sevdânın
gizlenme yerinde yurt tutarsa, oluşabilir. Cânan cânda gizli, aşk, aşkın
gizliliğinde gizlidir. Çünkü, cân içindedir sevgili ve cân gizlidir.
Cânan, sevgili, câna girerse, gizlenirse görünür:
Sırrım sevgilim cândadır, oysa, kamu, kent bu sırrı nasılsa bilir. Benim derinliğimin ayırdında değildirler. Benim sır gibi cânımda sakladığım sevgilim, o ulu kişi (Server) kentin içinde, sırrı herkese duyurur. Belki de ben cânımda gizli olanı, cânımla söyleşim tam olmadığı, cânımı bir sır gibi yaşadığım için, farkına varmadan çevreme belli etmiş olabilirim.
Sevgili
cânımda olduğu için sır, cânımda olduğu için benden uzaktır! Bu inanılmaz
paradoks tasavvufî iklimin yarattığı bir paradoks olmakla birlikte,
berzâh âleminde olağan bir durumdur. Sevgili içimdedir. Ona ulaşamıyorum
çünkü içime uzağım. Sevgili dışımdadır. Aşkı yansıtması için yüksekte,
çok yüksekte, çok uzakta olmak zorundadır, dışımdadır uzaktadır. Çünkü,
seven olarak ben hem içime hem dışıma uzağım! Ya sevgili? O bir aynadır
sadece, ondan yansıyanı biliyorum, arkası ise bir sır aynanın! O da
kendini bilmiyor, beni de bilmiyor. Yine de aşk var. Ehl-i aşk
var. Andelîb-i gûya, aşk küreden berzâh âleminde
yaptığı yolculukta, aşkı yazan şairlerinin dünyasına kısaca göz atıp,
yolculuğu tamamlamak istiyor.
Aşk
âleminin habercileridir şairler. Belki, her şairim diye ortaya çıkan
öyle olmasa da. Kalbi saf olanların işidir şiir. Şiir bir aynadır, mânâ
âlemini, aşk âlemini yansıtır. Aşk kürede yaşarlar şairler..
Doğrusu, bu küredeki yaşamı anlatırlar.
Dört
kaşlı dilber, bıyıkları yeni çıkmaya başlamış sevgilidir. Sevdânın olduğu
yerde şiir vardır. Şiirden vazgeçilmez. Şiir, hem aşk kürenin
yükünü çekmek, hem de sevgiliye dert anlatmak için gereklidir.
Gerçekten
şiir sevenle sevilen arasında bir iletişim aracı olabilir, bir bağ oluşturabilir
mi? Şiir sevenle sevgili arasında bir sevdâ dili oluşturabilir mi? Yanıt,
pek olumlu değildir. Çünkü sevgili şiirin kaynağının kendisi olduğunu
bilerek, şiirden çok kendini önemser.
Şairleri
şiirlerini pek beğenirler, Îshâk kendi şiirine şi’ri cihânsûz,
cihân yakan şiir diyor. Şiirinin yakıcılığını ileri süren şairlerden
biri de Nedîm’dir.
Nedim
şiirlerinin yakmasından korktuğu için divânını hazırlayamamaktan yakınıyor.
Şeyhülislâm Yahyâ içinse şiiri bir inci gerdanlığı (ıkd-ı leâl)
dır.
Kendinin
dışındaki şairlerden kimileri çok değersizdir. Şiirleriyle aşk küreyi
kirletmektedirler.
Şair, kendi dışındaki şairlere kızdığı gibi, şiirden anlamayana hâr-ı lâyefheme (anlayışsız eşek) diyecek denli ileri gider.
Çünkü şiir yazan şairler değerli insanlardır, onlar olmasaydı dünyanın ileri gelenlerini tanıtan, duyuran olmayacaktı..
Şuara,
şiirin değeri konusunda, aşktaki yerinin önemi ile ilgili uzlaşacakları
bir sonuca varamazlar. Yalnız şairlere değil, eli kalem tutan herkese
ağır hakaretler edebilirler:
Akılsız,
yıldızsız (karanlık, boş), iflas etmiş, sünepe insanlardır. Üstelik
şairler şiirleriyle yalan söylerler. Şiir bir kendi kendini tatmine
benzer, bir “calk”dır. Şiir, bir sevişme değil.
Nedim’se
gayet incelikli biçimde, şiirle yalan söylenebilineceğini imâ eder.
Öyle
anlaşılıyor şairler, şiirin işlevi, değeri, aşktaki yeri, sevenle sevgili
arasında bir iletişim olanağı olup olmayacağı konusunda bir açıklığa,
bir uzlaşmaya varamıyorlar. Andelîb-i gûyâ, kendisi de söyleyen,
sözü olan bir şair olarak yolculuğunda, perişân aşk küredeki
aşkı, âlem-i aşk’a yakışır biçimde söyleyemiyor. O da Hâfız gibi
fikir kuşunu iştiyâk (özlem) tuzağına düşürüyor. Özlem aşk âleminedir.
Özlem, fikirle yaşanırsa, şiir cihânsûz, cihan yakan şiir olabilir.
Şiirin yaktığı cihânın ışığı ile aşk âlemi daha farklı görünebilir.
Fikir
kuşu özlem tuzağına değil de özlem coşkusuna, heyecanına düşerse, söyleyen
bülbül, bu heyecanla uçan kuşun ardından, aşk âlemini yansıtacak
daha farklı aşk kürelerin yapımı için, yeniden yola koyulacaktır.
Ocak-Şubat, 2004, Ankara (Perişân el yazımı gün yüzüne çıkarmakta yardımcı olan Sevgili Selma Aydın’a teşekkür ederim.) Kaynaklar Metinde yalnız Farsça yazan şairlerin gazel sayıları verilmiştir. Okur, diğer divanlardaki gazelleri dizelerin bitiş harflerine bakarak bulabilir. A. Divânlar1. Ahmed Paşa Divânı, hazırlayan Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992 2. Hâfız Divânı, çeviren Abdülbâki Gölpınarlı, Şark İslâm Klasikleri, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1985 3. Hayâli Divânı, hazırlayan Ali Nihât Tarlan, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992 4. Molla Câmî, hazırlayan Asaf Hâlet Çelebi, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1940 5. Naîlî Divânı, hazırlayan Haluk İpekten, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990 6. Necâti Bey Divânı, hazırlayan Ali Nihât Tarlan, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992 7. Nedîm Divânı, hazırlayan Muhsin Macit, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993 8. Nef’î Divânı, hazırlayan Metin Akkuş, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993 9. Nesimî Divânı, hazırlayan Muhsin Macit, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993 10. Bostân, Sâdi, çeviren Hikmet İlaydın, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001 11. Gülistân, Sâdî, çeviren Hikmet İlaydın, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001 12. Şeyhî Divânı, hazırlayanlar Mustafa İsen, Cemâl Kurnaz, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990 13. Şeyhülislâm Yahyâ Divânı, hazırlayan Rekin Ertem, Akçağ Yayınları, Ankara, 1995 14. Usûlî Divânı, hazırlayan Mustafa İsen, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990 15. Üsküplü İshâk Çelebi Divânı, hazırlayanlar Mehmet Çavuşoğlu, M. Ali Tanyeri, Mimar Sinan Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1989 16. Yahyâ Bey Divânı’ndan Örnekler, hazırlayan Mehmet Çavuşoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983B. Başvuru Kitapları1. Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ahmet Talât Onay, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993 2. Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, İskender Pala, Akçağ Yayınevi, Ankara, 1992* Saykal perdâhlamaya, cilâlamaya yarayan bir âlettir. Bülbül için saykal şarap olarak yorumlanabilir.
Şarap fazla kaçınca nûr aynası olan sevgili şarapzede, saykalzede oluyor.
|
||||||||||
İletişim
Bilgileri
: |
||||||||||
Adres:
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 06531 Ankara, Türkiye Telefon: + (90) (312) 210 3141 Fax : + (90) (312) 210 1287 Oda Numarası: Z-43 E-mail : ainam@metu.edu.tr |
||||||||||