Büyük Nene (24.12.2014)

Büyük Nene'den bahsetmiştim daha önce. Annemin (kayınvalidemin) halası. Ama annesi gibi, çünkü o büyütmüş. Büyük Nene "Büyük" çünkü bir de aynı evde yaşayan Küçük Nene var. O da annemin gerçek annesi. Büyük Nene daha yaşlı, o yüzden "Büyük". Daha karışık bir giriş yapılabilir miydi? Sanmıyorum :-)

Büyük Nene 2 gün önce 96 yaşında vefat etti. Epey bir süredir eşim her telefon çaldığında bu telefon o telefon mu diye açıyordu. O telefon 2 gün önce geldi. İnsan belli bir yaşa gelip de etrafındakiler yaşalanıp vefat etmeye başlayınca yeni yeni şeyler öğreniyor. Eşim de 2 gün önce kardeşi ile birlikte "Gecenin bir vakti evde biri ölünce ve sabahı beklemeden memleketine götürmek istenirse ne yapılır?" sorusuna cevap bulmaya çalıştı. Bir ölünün çenesi nasıl bağlanır, başka ne yapılır, ölüm raporu kimden nasıl alınır, başka bir şehre nasıl taşınır, tabut nereden bulunur? İnsan durduk yere bunları araştırmıyor. Başına gelince öğreniyorsun. Belediyeler bir cenazen olduğunda çok yardımcı oluyorlar aslında, her şeyle ilgileniyorlar eğer biraz bekleyecek vaktin varsa. Eve gelen misafirlere ikram etmek için yiyecek, içecek bile gönderiyorlar.

Büyük Nene benim ismimi söyleyemezdi, Güney derdi bana. Odasına girdiğimde, biraz kulakları ağır duyduğundan, biraz da gülüp eğlenelim diye "Neneeeeee, nasılsın?" diye bağırırdım. Onunla 15 sene kadar önce ilk tanıştığımda daha hareketli idi, hatta Ankara - Denizli arasında seyahat bile ediyordu zor da olsa. Ama sonra odasından çıkmaz oldu. Evde bir ses olduğunda, kapı çalıp biri geldiğinde yatağının karşısındaki kanepeye geçer, koridorda yürüyenler görsünler de odasına gelsinler diye beklerdi. Kendi hiç okuyamasa da odasındaki kitaplıkta enteresan kitaplar dururdu, babamın kitapları. Ziyaret sırasında birkaç dakika içinde konuşacak laf bittiğinde o kitapları kurcalardım, bazıları neredeyse Nene kadar eski, tuhaf kitaplar. "Kabirde İlk Gece" gibi bir adı olan bir kitap vardı aralarında. Ölüp de defnedildiğinde sırası ile başına neler geleceğini anlatan korkunç bir kitap.

Biri öldüğünde en hızlı şekilde defnetmeye çalışma adetimiz hoşuma gidiyor. Anlamlı buluyorum. Mezarında rahat edecek ve bir an önce oraya ulaştırılması gerekiyor diye düşünürüm. Büyük Nene de vefat eder etmez birkaç saat içinde 100'lerce kilometre yol yapıp bir gün bile geçmeden defnedildi. Ben katılamadım cenazesine, ama manzarayı tahmin edebiliyorum. Mezar başındaki kalabalık, orada bile yapacak geyik muhabbeti bulabilen yurdum insanı, işi iyi bildiğini düşünüp ona buna talimatlar veren olmazsa olmaz birkaç kişinin telaşı, "Az bu tarafa çek, biraz daha, döndür biraz, öyle koyma daha dik koy, bastır iyice" bağrışları, toprak atma yarışı. Bütün o tantana 10 dakika içinde biter ve vefat eden kişinin en yakınından hiç tanımayanına, en seveninden mecburiyetten gelenine kadar herkes, hoca duasını bitirdiği anda yok olup gider ya, işte o an gerçekten garip bir an. Bitti. Yaşadın, öldün ve gömüldün. Bizim şimdi gitmemiz lazım, çünkü biz daha ölmedik. Allahaısmarladık.

Herkes dağılır ve işine gücüne bakar. Çok değil, 10 dakika içinde unutursun olup biteni. Cenaze evinde değilsen akşam yatmadan bir film izlersin belki.

İçimden Gelmiyor (21.11.2014)

Kasım'ın son çeyreklerinde,
Ankara'nın bozkırlarında,
Takdir-i İlahi, bağlasan durmuyor,
Ve hava sıcaklığı güpegündüz,
6 dereceye kadar düşüyor.

Nasıl bir rastlantıysa artık,
Aynı Kasım'ın aynı çeyreğinde,
Fakir ya da cimri bir devletin memuru,
Bir kazanın ayarıyla oynuyor,
Ve benim ofisteki kalorifer,
Saatler ögleden sonrayı 14 geçe sönüveriyor.

Bir elini poponla sandalyenin arasında ısıtıyorsun,
Diğerini bilgisayarının fan çıkışında,
Ama ne yaparsan yap olmuyor,
Ve lisansüstü dersinin gece yarısına kadar ilmek ilmek hazırlanmış ders notlarına,
Hiç istemesen de burnun damlıyor.

Klimanı çalıştırıyorsun,
Bir makina mühendisi olarak için sızlayarak.
Ama bu yenilenebilemez teknoloji de derde derman olamıyor.
Ve artık yapacak daha iyi bir şey kalmadığından olsa gerek,
Yorgun ve akademik bünyen kendini pek iyi hissetmiyor.

İşte böyle soğuk Ankara Kasım'larının son çeyreklerinde,
Isınmak ve belki de bir şeyler karalamak için eve erken gidiyorsun,
Ama gözün arkada kalmıyor.
Ve bir daha dünyanın en saygın 100 üniversitesinden biri olmak,
Hiç içinden gelmiyor.

Kedi (20.10.2014)

2 hafta kadar önce kurban bayramının arefe günü Cuma'ya denk gelmiş. Eşim, kızlarla birlikte bayram alışverişi yaparken Cuma selası okununca kızlara hadi bir içinizden geldiği gibi dua edin bakalım deyince onlar da "Kedi isteriz" demişler. Zaten çoook uzun süredir istiyorlar. Alışveriş bitip eve dönünce kapıda kendilerini bekleyen yavru kediler bulmuşlar. 3 hafta kadar önce doğum yapan anneleri bizim kapının önüne taşımış bu yavruyu ve birkaç kardeşini. İlk gördüklerini alıp veterinere götürmüşler ve eve almışlar.

Aşağıdaki kediciğe bakıyoruz 2 haftadır. Çok şeker birşey. Ben hiç hayvan beslememiş biri olarak sokaktaki köpeklerden hep ürkerim, sokakta bir kedi sevmişliğim yoktur. Eve alırsak ona da ısınamam diye düşünüyordum. Ama hiç öyle olmadı. Çok sevdim bu kediyi. Bebek bakmaktan bir farkı yok, karnını doyur, altını kuru tut, eve gelince vakit geçir, aşılarını yaptır. Mırlaya mırlaya kucağında uyurken mıncıklayıp durmak inanılmaz bir keyif.









Okulun İlk Günü - 2014 (11.09.2014)

Bugün bizim kızların okulu açıldı ve geleneksek "Okulun İlk Günü" fotoğrafımızı çektik. Elif Ortaokul 3'e, Zeynep de Ortaokul 1'e başladı. Biz öğrenciyken İlkokul-Ortaokul-Lise vardı, sonra bir ara ortaokula birşeyler oldu, kayboldu. Geçen sene tekrar ortaya çıktı. Elif yeni sınıfında basketbol takımından pek çok arkadaşı olduğu için mutluydu. Zeynep yeni binaya, yeni kurallara, yeni arkadaşlara alışma telaşındaydı, tedirgindi. Başarılı bir sene geçirirler inşallah.

New Research Paper (08.09.2014)

Just published. Here is the full text. Nothing fancy. Good old benchmark cases solved using Least Squares Finite Element Method in its purest form. No complicated flux computations, no artificial damping. The trick is to refine and coarsen the mesh cleverly during the solution. No need to spend time to create a good initial mesh or worry about the accuracy of the captured shocks. The work should be extended to 3D if there is an interested student.

FIBA 2014 (26.08.2014)

2014 Dünya Basketbol Şampiyonası 2 gün sonra İspanya'da başlayacak. Bir önceki şampiyona 2010 yılında Türkiye'de yapılmıştı ve Türkiye final maçında ABD'ne yenilerek Dünya ikincisi olmuştu. Ülkemizin basketboldaki en önemli başarısı buydu. Sonra 2011 Avrupa Şampiyona'sında ilk gruptan çıkıp ilk 16'ya kaldık, sonrasında elendik. 2013 Avrupa Şampiyona'sında ise ilk grup maçlarında 5 maçta tek bir galibiyet alarak ortalığı batırdık.

Peki bu sene Dünya Şampiyonası'na gitmeyi nasıl becerdik? Katılan 24 takımın 20'si 2012 ve 2013 yıllarındaki turnuvalarda gösterdikleri başarılardan ötürü İspanya'da oynamaya hak kazandılar. 4 tanesi ise Wild Card ile olaya dahil oldu. Türkiye de bunlardan biri. Normal şekilde turnuvaya katılmaya hak kazanamamış 15 ülke belli bir para karşılığı FIBA'ya Wild Card başvurusu yaptı ve FIBA bunlardan 4 tanesine bu şansı verdi. Çok garip bir uygulama, ama böyle. Bu FIBA'nın son Wild Card uygulaması imiş. Bundan sonra bu sistemi kullanmayacakmış. Aferim.



Bu seneki 12 kişilik oyuncu kadrosundan 8 kişi 2010'da Dünya ikincisi olan kadroda da vardı. Yeni oyunculardan en çok merak edileni 19 yaşındaki Cedi Osman. Anadolu Efes'te forma giyiyor ve Dünya kendisini bu sene yapılan 20 yaş altı (U20) Dünya şampiyonasındaki performansı ile tanıdı. Türkiye U20'de Dünya şampiyonu oldu ve Cedi en değerli oyuncu seçildi. Bakalım bu şampiyonada koç Ataman ona ne kadar şans verecek? Bu arada Cedi'nin yer almadığı 2013 Dünya U18 turnuvasını da Türkiye şampiyonlukla tamamlamış. Nasıl bir genç basketbol jenerasyonu geliyor diye insan merak ediyor gerçekten.

Türkiye'nin de olduğu C grubunun diğer takımları ABD, Ukrayna, Finlandiya, Yeni Zelanda ve Dominik Cumhuriyeti. Bu grupta ilk 4'e kalabilirsek yola devam edeceğiz. İlk maçımız açılış günü olan 30 Ağustos'ta saat 17:00'de Yeni Zelanda ile. Maçı NTV Spor verecek. Başarılar.

Bu arada bahsetmeden olmaz. Bu seneki Dünya Kadınlar Basketbol Şampiyonası Türkiye'de yapılacak. 27 Eylül'de başlayacak maçlar Ankara ve İstanbul'da oynanacak. Biletler şu anda satışta.

Ek: Gruptan ABD'nin ardından ikinci olarak çıktık. Sonrasında Avustralya'yı eleyip ilk 16'ya kaldık. Çeyrek final maçında Litvanya'ya yenilerek eve döndük. Ben oynadığımız basketbolu beğenmedim.

İlk Buluşma (25.08.2014)

Bundan 20 gün kadar önce uzayın derinliklerinde oldukça tuhaf bir buluşma gerçekleşmiş. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından 10 yıl önce uzaya gönderilen Rosetta aracı 6 milyar km'den fazla yol gittikten ve güneşin etrafında defalarca döndükten sonra nihayet randevu yerinde 67P/CG kuyruklu yıldızı ile buluşmuş. Bu inanılmaz yolculuğunun nasıl geçtiğini buradan izleyebilirsiniz.

İlk kez dünyadan gönderilen bir uzay aracı bir kuyruklu yıldızın yörüngesine giriyor. Daha önce farklı araçlar farklı kuyruklu yıldızlara yaklaşmışlar, ama peşine takılıp da Güneş sisteminde kolkola gezinmemişler. Daha önceki araştırmalardan en ilginç olanı NASA'nın 2005 yılında Deep Impact aracı ile yaptığı. Bu bilim kurgu vari projede Tempel 1 kuyruklu yıldızının çekirdeğine uzay aracından bir akıllı mermi gönderiliyor ve çarpışma sonrası oluşan 150 m çapındaki krater inceleniyor. Kuyruklu yıldız nereden kopup gelmiş ve muhteviyatı nedir sorularına cevap aranmış.

Rosetta projesinde işler yolunda giderse Philae isimli bir sonda indirilecek kuyruklu yıldızın yüzeyine. Bu da daha önce yapılmamış bir iş. Tüm bu macera dünyadan 400 milyon kilometre uzakta, kuyruklu yızdız saniyede 35 km hızla yol alırken gerçekleşiyor. 67P/CG kuyrukyıldızı tipsiz bir kaya parçası, katı çekirdeği ortalama 4 km çapında. Aşağıdaki resmi Rosetta randevuya 2 gün kala kendisinden 285 km uzaktayken çekmiş.

New Course - ME 705 (21.08.2014)

I wrote about this course here 5 years ago, when I first proposed it. Finally I'll be offering it for the first time next semester. It'll be a classical CFD course focusing on incompressible flows. Finite difference and finite volume discretizations will be studied with techniques such as stream function - vorticity formulation, pressure correction formulation, fractional step formulation, etc. We'll be doing MATLAB coding, as we always do in our courses.

While looking around on the net to see what other instructors teach in similar courses, I found the following nice lecture videos. If you are aware of similar ones please let me know.

- Dr. Barba’s videos at Boston Uni.
- Dr. Tryggvason’s videos at Uni. of Notre Dame
- Dr. Chakraborty’s videos at IIT

So with all these nice and free content available on the net, do we really need another similar course? Why not?

Curiosity'nin 2 Yılı (20.08.2014)

1 yıl önce Curiosity'nin Mars'taki ilk 1 yılında yaptıklarını özetleyen bir yazı yazmıştım. 1 yıl daha geçti ve Curiosity sağlıklı bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Bugüne kadar olup bitenlerin bir özetini bu sayfadaki ilk videodan izleyebilirsiniz. Kısaca son 1 yıldır Sharp dağının eteklerinde ilerleyebildiği kadar çok ilerlemeye çalıştı. Arada ufak deneyler için oyalanmış olsa da 1 yıldır en büyük derdi hedefe ulaşmaya çalışmak oldu. Yolda sorunlar çıktı, tekerlekler umulandan fazla yıprandı, yeni rotalar çizildi. Mars'a ayak bastığı 5 Ağustos 2012'den beri 9 km yol katetti ve daha 3-4 km yolu var gidecek. Bu yılın sonunda hedefine ulaşması ve orada en az iki sene araştırma yapması bekleniyor.

Sevdalı Kuş (18.07.2014)

Yaşar Miraç'ın şiirini İsmail Hakkı Demircioğlu seslendiriyor. Acele etmeyin, bekleyin gece olsun. Ortalık iyice bir durulsun. Günün koşuşturması bitsin, "keşke"leri, "tüh"leri, "hey"leri unutulsun... Buyursunlar efendim, dinleyebilirsiniz artık.

"Bir bu 6 dakikalık ses olsun, başka da birşey duymasam da olur" dedirten türkülerden. Çok basit ve çok güzel. Böyle türküleri ilk dinlediğimde kim bilir daha neler var etrafta farkında olmadığım diye üzülüyorum. Nelerle oyalıyorlar bizi? Ne kadar çok isterdim çocuklarımın da bunları sevmesini büyüdüklerinde.

Sözleri şöyle,

Hey dağların küçük kuşu
Uça uça yoruldun mu
Oylum oylum koyaklarda
Yaylım yaylım yaylaklarda

Badem ötüşlerin kaldı
Yeğnikçem tüylerin kaldı
Salkım salkım leylaklarda
Yelkim yelkim yapraklarda

Aradığın gökçe gülü
Bunca yıl geçti buldun mu
Gümül gümül bağçalarda
Gürül gürül akçalarda

Kanadın oynak çırpardın
Yüreğin toynak çırpardın
Noldu sana duruldun mu
Seve seve yoruldun mu

Yaşar'ın diline düştün
Türkü türkü yırıldın mı
Gurbetin bağrına düştün
Yılkı yılkı yıkıldın mı

Bir Eğiticinin İtirafları (17.07.2014)

Önümüzdeki dönem ilk defa açmayı planladığım yeni bir ders için internette benzer dersleri araştırırken aşağıdaki videoya denk geldim. Eğitimde yapılan hatalardan örnekler veren, öğrencinin gözünden bir eğitimcinin nasıl göründüğünü anlatan, keyifli bir özeleştiri. Ders verenlere ve alanlara tavsiye ederim.

Videodaki konuşmacı Prof. Eric Mazur Harvard Üniversitesi'nde bir fizikçi. İşe başladığı ilk yıllarda tıp okumaya niyetli öğrencilere temel fizik dersi veriyor. Bizim mühendislik öğrencilerinin ilk sınıfta aldıklarına benzer bir ders. Videoda bu işi ilk başlarda nasıl yaptığını, sonra bir şeylerin ters gittiğini nasıl fark ettiğini ve daha sonra ders anlatış şeklini nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Şu anda Peer Instruction denilen bir teknikle anlatıyor dersini. Bu tekniği anlattığı bir de kitabı var. Kitap ODTÜ kütüphanesinde mevcut.



Dersten önce anlatılacak konuyu kitaptan okumalarını istiyor öğrencilerinden. Ders sırasında daha önce yaptığı gibi sayısal örnekler çözmüyor, daha genel kavramsal temellere ağırlık veriyor. Ders sırasında öğrencilere hesap içermeyen çoktan seçmeli sorular soruyor ve clicker denilen cihazlar yardımı ile anında cevapları alıp öğrencilerle paylaşıyor. Sonrasında yan yana oturan öğrencilerden doğru cevap veren bir tanesinin diğerlerine konuyu anlatmasını ve onları doğru seçeneğe ikna etmesini istiyor. Kendi savına göre öğrencilik sıralarından 10'larca yıl önce geçmiş bir profesör artık konulara öğrenci gözünden bakamıyor ve öğrencilerin neyi ve neden anlamadığını bilemiyor. Ama bir öğrenci sınıf arkadaşının hatalı düşünme şeklini hemen anlıyor ve ona daha rahat yardımcı olabiliyor. Arkadaşına anlatırken kendi de daha fazla hakim oluyor konuya. Bir ders sırasında bu tip birkaç soru sorma seansı oluyor ve bu sayede öğrenciler dersin hatırı sayılır bir kısmında birbirleri ile tartışma halinde oluyorlar. Sorular güzel hazırlandığında bu tekniğin çok etkili olduğunu söylüyor Mazur. Zaten eğitim literatüründe var olan ve sevenleri tarafından kullanılan bir teknikmiş. Videoyu izleyince hatırladım, bize de ODTÜ'de öğretim görevlisi olarak ilk işe başladığımızda verdikleri oryantasyon sırasında bahsetmişlerdi. Her ders için aynı oranda başarılı olması beklenemez, ama bazı dersler için çok uygun olduğunu görebiliyorum.

Daha önce burada "Eğitim Felsefem" benzeri bir yazı paylaşmıştım. Orada yazdıklarımla Prof. Mazur'un anlattıkları arasında benzerlikler var. Örneğin ben de öğrencilerin kendi kendilerine kitap okumasını çok önemsiyorum. Ben de okuma ödevleri sonrasında okuduklarını bana ispatlamaları ve anlamadıkları detayları paylaşmaları için bir ödev veriyorum. Ben de kavramsal soruların sayısal sorulardan daha önemli olduğunu düşünüyor ve sınavlarda, ödevlerde bu tip soruları kullanmaya çalışıyorum. Mazur'a göre kavramsal sorulara kafa yoran ve bunları anlayan bir öğrenci sayısal sorularda da daha başarılı oluyor, ama bunun tersi doğru değil. Kendi ifadesi ile sayısal soruları doğru çözmenin belli teknikleri var. Öğrenci soru tiplerini ve bunlara uygun çözüm tekniklerini ezberliyor. Soruları doğru çözse de işin temeline hakim olamayabiliyor. Mazur'a göre sınıfta birbiri peşi sıra sayısal sorular çözen bir hocayı seyreden öğrencinin durumu maraton koşmak isteyen bir kişinin televizyon karşısında maraton koşanları seyredip durmasına benziyor.

Mazur'un konuşmasının en etkileyici yönlerinden biri, dersleri başarılı bir şekilde verip vermemenin nasıl ölçüldüğü ile ilgili. Bunun için kullanılan en temel iki ölçüt, öğrencilerin aldıkları notlar ve dönem sonunda yapılan anketler. Mazur bu ölçütlerin öğrencilerin bir desten ne kadar faydalandığı, konuları ne kadar iyi kavradıkları ile ilgili çok yanıltıcı olabileceğini söylüyor. Herşeyi çarpıp bölmeye, 5 iyidir, 3 kötüdür demeye bayılan ve bu hesaplarla insanları iyi eğitici yapmaya çalışan yöneticilere duyurulur.

3.8 Milyon Dolar (20.05.2014)

Bildiğimiz kadarı ile Soma'daki ölümler oksijensizlikten oldu. Merak ettiğim "Kaç para harcansaydı ölümler önlenebilirdi?" idi. 301 canın fiyatı yavaş yavaş ortaya çıkıyor gibi. Bugün bir gazete haberinde ABD'li iki maden güvenliği ve arama/kurtarma yetkilisinin Soma faciası ile ilgili söylediklerini okudum. Özetle diyorlar ki "Kullanılan ucuz maskeler kömür madenleri için uygun değil. Oksijen belli bir seviyenin altına düşünce işe yaramaz. Bizim kullandıklarımız sıfır oksijen ortamında bile çalışır. Fiyatı 700 dolardır. Madenlerimizde her 30 dakikada bir kasalarca bulunur. Kaçmaya çalışan bir kişi ya kullandığını değiştirerek yola devam eder, ya da yanına yedek maske alır".

Soma'daki madende facia anında 700 küsür madenci var dediler. 800 diyelim. Madenin en derin yerinden çıkışa kadar 3 saatte yürüyerek çıkmak mümkün diyelim. Her bir madenci her 30 dakikada bir maskesini sürekli değiştirsin, yani 6 maske kullansın diyelim. Bir maskenin fiyatı Türkiye için 800 dolar diyelim. 800*6*800 = 3.8 milyon dolar. Çok para mı? Soma Holding kendi beyanına göre ocağı Türkiye Kömür İşletmeleri'nden devraldıktan sonra tonunu 130 dolar yerine 24 dolara mal etmeye başlamış. Yılda toplam 5.5 milyon ton kömür çıkarıyormuş. Bir gazete haberine göre devlet bu civardaki kömürün tonunu ortalama 25 dolara alıyormuş. Yani tonundan 1 dolar gibi bir kar var. Bu yılda 5.5 milyon dolar kar eder. Para hesabıyla pek aram yoktur, 100 binden sonrası benim algım dışına çıkıyor, varsa bir hata düzeltelim.

Türkiye'nin serbest piyasa ekonomisi bu olsa gerek. Yılda 100 milyon dolarlar kar edebilen şirketlerin olduğu, milyon dolarlık arabaların, evlerin alınıp satıldığı, yıllığı 30 bin lira olan anaokullarının olduğu, 2000 TL'lik cep telefonunun 'kaçırılmayacak fırsat' diye reklam yapıldığı, bir madende bir günde 301'inin öldürülebildiği kömür işçisinin maaşının 1000 küsür lira olduğu, bir işçinin canının 13 bin dolara denk geldiği bir ekonomi. Elbet bir şirket yetkilisi, bir denetçi maskelerin yetersizliğini, daha pahalı ama daha iyi maskelerin varlığını biliyor olmalı. Pisi pisine öldüler.

COSMOS (20.03.2014)

1980 yılında 13 bölüm olarak yayınlanan "COSMOS - A Personal Voyage" gelmiş geçmiş tüm zamanların en çok izlenen belgesellerinden biri. Ünlü astrofizikçi ve bilim kurgu yazarı Carl Sagan'ın müthüş sunumu ile dikkat çekiyor. 30 küsür yaşındaki bu programı bugün internetten izlemek mümkün.

Geçen hafta televizyon izlerken COSMOS'un devamı niteliğinde yeni bir belgeselin tanıtımına denk geldim. Adı "COSMOS - A Spacetime Odyssey". İnanılmaz heyecanlandım. Aşağıdaki resim hem eski hem de yeni belgeselin ilk bölümlerinin açılış sahnesi. İkisini de bilgisayarda yan yana açıp uzun uzun baktım, piksel piksel keyfini çıkardım. Mutlaka izlenmesi gerek. Alternatif olarak "Turabi önde, Turabi çok iyi gidiyor. Ve Turabi kayıyooor. Evet Turabi düştü ..." var. Siz seçin.

Ya Sabır (13.01.2014)

Geceleri uyku tutmayınca,
Duvarlar durduğu yerde durmayınca,
Bekle bekle sabah olmayınca,
Çayın suyu kaynamayınca,
Tostun kaşarı erimeyince,
Çocuklar sofradan kalkamayınca,
Duşun suyu bir türlü ısınmayınca,
Camın buzu çözülmek istemeyince,
Radyonun reklamı bitmek bilmeyince,
O lamba bir türlü yeşermeyince,
Saat tamı kırk geçemeyince,
Dersler uzayıp da bitemeyince,
Son kağıdın notu verilmeyince,
İşler bir bir sarpa sarınca,
Değneğin iki ucu da bir olunca,
Takvimde hiç boş yer kalmayınca,
Bencillik diz üstünü biraz geçince,
Kırık kalpler alıp başını gidince,
Bir hüzün gönlüne çöküverince,
Başın önde yerlerde taş arayınca,
Telefonlar bilerek açılmayınca,
Muhabbet bir türlü sarmayınca,
İnsanlar halden anlamayınca,
Uzaktaki tanıdık ses vermeyince,
Vakit ne hikmetse giremeyince,
Hoca minberden inemeyince,
Yaşlar gözlerden düşemeyince,
Boğazdaki düğüm çözülmeyince,
Kapının kilidi açılmayınca,
O kapı bütün gün çalınmayınca,
"Of"ların sayısı her gün artınca,
Çocuklar bu işi anlamayınca,
Evdeki garip hava dağılmayınca,
O malum soru hep soruldukça,
Akla her gün başka cevap gelince,
Kedi bu, ciğere yüz vermeyince,
Ciğer bu, bazen hoş görününce,
"Çok şükür" imdada yetişmeyince,
Nefis bu, canı çekseme keşke,
Ama cümleler uzayıp gittikçe,
Günler birbiri ardı geçtikçe,
Beklenen o mektup geliverince,
Artık iş işten geçiverince,
Nihayet eziyet bitirverince,
O da ne, meğerse yalanmış Dünya,
Yalan tabii, daha dün kendi dedi ya.

Ufak Bir Rica (06.01.2014)

Eşim internetten kitap siparişi verirken bana da Hawking'in meşhur Zamanın Kısa Tarihi kitabını almış. Evde masamda duruyor, işlerin arasında vakit buldukça göz atıyorum. Tabii gene görelilik kuramı ve Einstein merakım depreşti. Öğle yemeğini ofiste bilgisayar başında atıştırırken bir yandan da internette geziniyordum. Karşıma Bodanis'in E = mc2 - A Biography of the World's Most Famous Equation kitabı çıktı. Konu ile ilgili onlarca kitaptan biri deyip geçiştirecektim ki daha ilk sayfasında aşağıdakini görünce seviverdim kitabı.


1900'lerin başında Einstein 20'li yaşlarına gelmiş ve bir iş bulma derdinde. Çok uğraşıyor, çalmadık kapı bırakmıyor, ama olmuyor. Bir ara babası Einstein'dan gizlice yukarıdaki mektubu yazıyor Leipzig Üniversitesi'nden Prof. Ostwald'a. Dünyada eşi benzeri olmayan bir adamla ilgili bu kadar sıradan bir mektup yazılmış olması bence çok etkileyici. Prof. karşısında ezilip büzülüyor babası, meramını nasıl anlatacağını bilemiyor. Kem küm ediyor, binbir özür diliyor, kıvranıyor. Önce ağırdan alıyor; "Makalesini okuyup, ona tekrar yaşama ve çalışma sevinci verecek birkaç cesaretlendirici söz söyleseniz". Ama sonunda bombayı patlatıyor; "Bizim oğlana sizin orda bir iş ayarlayıvermek mümkün olur mu ki"? Baba işte, ne yapacaksın. "Oğlun 4 yıl sonra Dünyanın altını üstüne getirecek" deseler baba soracak "Mutlu, huzurlu olacak mı, karnı doyacak mı"?

Prof. Ostwald cevap bile vermiyor mektuba. Akademisyen işte, ne yapacaksın. Desen ki "Genç çok parlak, 4 sene içinde yeri göğü bir edecek", soracak sana "Mezuniyet ortalaması kaçmış"?