Prof.
Dr. Ahmet İNAM |
||||
Ahmet
İNAM Türkçe eğitim yapacağız Türkçe konuşacağız da, Türkçe konuşmak, Türk diliyle bilim, sanat ve düşünce ürünleri ortaya koymak ne demektir? Sanıyorum bir tepki olarak yabancı dille eğitime karşı çıkmak sorunun çözümüne yetmiyor. Deseler ki ‘Tamam, yabancı dille eğitimi kaldırıyoruz ve her türlü olanağı da veriyoruz, buyurun, kendi dilinizle eğitim yapın,’ nasıl bir eğitim yapacağız ? Türkçe eğitim, Türkçe sözcüklerle yapılan eğitim midir? Ağzımızdan çıkan sözcükler Türkçe olduğunda Türkçe eğitim gerçekleştirdiğimizi sanmak çok büyük bir yanılgıdır; çünkü Türkçe konuşmak, Türkçe sözcüklerle bir şeyi anlatmak anlamına her zaman gelmeyebilir. Onun için dilimiz konusunda duyarlılık geliştirirken, dilin sadece sözcüklerle anlatılan bir yapısı olmadığını, daha doğrusu, dilin dille sınırlı olmadığının ayırdına varmak gerekiyor. Bu bilinç çok gerekli bir şeydir, çünkü biz dilde yenilik, dilde değişim düşündüğümüz zaman, uzun yıllar sözcükleri değiştirerek bunu elde edebileceğimizi sandık. Oysa, biliyoruz ki dil, sözcüklerin toplamından çok fazla bir şeydir. Dilin dillendirdiği bir şey vardır: Dil yaşamı dillendirir. Dolayısıyla dil, yaşamdan ayrı bir varlığa sahip değildir. O zaman eğer biz Türkçenin bilincine varacaksak, Türkçenin can bulduğu, Türkçenin yüreğinin attığı o yaşamı düşünmeliyiz. Türkçe acaba nasıl bir yaşamı anlatır? Türk dilinin ardında olan yaşam, ya da biraz felsefece söylersek yaşama dünyası nasıl bir dünyadır? Küçük yaşta çocuklarımıza aktaracağımız bu dil bilinci ve dil birikiminde çok dikkatli olmak zorundayız. Onlara Türkçenin tadını duyurmamız gerek, Türkçe konuşurken heyecan duymalılar, tıpkı bir Fransız nasıl kendi dilini konuşurken coşuyorsa, heyecanlanıyorsa, orada çok büyük bir sanat eserini, bir tiyatro oyununu gerçekleştirirmiş gibi el-kol hareketleriyle, sanki hücrelerinde yaşadığı ana dilini duyarak anlatabiliyorsa, biz de, kendi dilimizin coşkusunu o şekilde duyabilmeliyiz. ‘Canım’, ‘iki gözüm’ deyimleriyle örneğin. Bunlar bize özgü anlatım biçimlerinden. Oysa, artık bu tip deyimler giderek ortadan kalktı. Hep aynı biçimde konuşur olduk, çok değişik yaşama durumlarında bile hep aynı sözcükleri kullanır olduk. Yazık ki, belki de yabancı dil eğitiminin etkisiyle belki de yaşama dünyamıza girmiş olan etkiler nedeniyle, yaşadığımız toplumsal, kültürel ve ekonomik değişimlerin ağırlığıyla, dilimizdeki o duyarlılığı yavaş yavaş yitiriyoruz; çünkü kendimize ait olan, dilimizin tadını yaşayabileceğimiz büyük coşkulu yapıtları bulup çıkaramıyoruz. Çok kötü çeviri kitaplar okuyoruz, çok kötü, inanılmaz! Belki anlıyoruz o yazılanları ama ortada Türkçe yitip gidiyor. Böyle bir istatistik, araştırma yapmadım; belki bilenleriniz yardımcı olabilir, ama bugün aydınlarımızın çoğu çeviri kitaplar okuyorlar ve kendimizin yazdığı yapıtları değerlendirmek, anlamlandırmak yerine, gözümüz sürekli olarak batıya dönmüş. Batılı herhangi bir insanın yazdığı yapıtın,batının bizden çok ileride olduğunu düşündüğümüz için,bizden birinin yazdıklarından çok üstün olacağını varsayıyoruz. Belki de o yabancı dil eğitiminin arkasında bu var; çünkü yabancı dille eğitim yapan bir okuldan çıkan, yabancı dille eğitim yapmayan bir okuldan çıkandan toplumsal konum olarak daha yüksekte gözüküyor, iş bulma olanakları daha yüksek olduğu için oraya gidiyor. Demek ki bir yabancı dilin çarkından geçmiş olmak yazık ki, bizim yaşama dünyamızda , değerler dünyamızda, anlam dünyamızda daha yüksek sayılıyor. Bu da kendi dilimizin, kendimize özgü yaşama dünyamızın kadrini, kıymetini, değerini bilmemekten kaynaklanan bir şeydir.Oysa yabancı diller bilebilmek,yabancı kültürlerin havasını solumak,kendi kültürümüzü anlamak için gereklidir.Kendi dilimizin,kültürümüzün değerini anlamanın en önemli,en gerçekçi yollarından biridir. Ne zaman yurt dışına gidip geri dönsem, Türkiye’de yaşadığıma hep şükrederim. Bir çok arkadaşım ‘Allah kahretsin, yine Türkiye’ye dönüyoruz, yine saçma sapan şeylerle karşılaşacağız, yine elektrikler kesilecek, duş yaparken yine sular akmayacak, saçma sapan -eğitimci olanlarından söz ediyorum- bir sürü geri zekalı öğrenciye ders vermek zorunda kalacağız’ diyor; çok karanlık bir Türkiye tablosuyla karşılaşacaklarını düşünüyorlar; kendi yaşama biçimlerini, kendi yaşama dünyalarını beğenmiyorlar. Kendi yaşam biçimini beğenmeyen, kendi yaşama dünyasından nefret eden böyle insanların dil konusundaki tutumlarının da yabancı dile doğru kayması bana doğal geliyor. Oysa ben, ülkeme döndüğüm zaman, yaşadığımız çelişkilerin, inanılmaz tuhaflıkların bize özgü çok büyük bir ayrıcalık olduğunu, çok büyük bir artı olduğunu düşünüyorum. Biz, bize özgü olan yaşamın değerini bilip onu değerlendirmeye başladığımızda, kendi dilimizle birlikte bunu yapabildiğimizde, kendi dilimizin kaynağı olan yaşama dünyasını keşfedip, bundan çıkacak bilim, sanat ve düşünce ürünlerini üretmenin saygınlığını anlayabildikçe , giderek üniversitelerimizde kendi dilimizle yapılan araştırmaların ve ürünlerin hiç de batı dillerinde yapılandan değersiz olmadığını gösterebildiğimizde, dilimizle bilim sanat düşünce alanlarında varolma savaşında oldukça önemli adımlar atmış olacağız. Bu içine düştüğümüz eğitimde, değerlendirme düzenlerinin, yabancı dergilerde yayın yapmanın çok da marifet bir şey olmadığını, sonuçta, bilim sanat ve düşünce alanlarındaki akademik çabaların bir kültür yaratma sorununun çözümüne yönelik çabalar olduğunu göreceğiz. O kültürlerde yaşayan, o kültürlerde üretme tarzını benimsemiş ve bunu çok kolay taklit edebilen insanların batı dillerinde yayın yapabildiklerini anlayacağız. Belli kalıplar içerisine kendinizi sokarsanız, hele o kültürlerde eğitim almışsanız, işinizi yürütmek daha kolaydır. Kendi yaşama dünyamızla beslenen dilimizle,bilimin,sanatın,düşüncenin evrensel sorunlarına katkıda bulunmak: İşte asıl çetin olan budur. Unutmayalım
ki biz Türkçeyi geliştirmek zorundayız. Kültürümüzü, bu dünyadaki varlığımızı
geliştirmek için. Türkçeyi geliştirmek demek, Türkçeyle kendi yaşamımızı
yeniden yorumlamak ve yapılandırmak demektir, bir yapı kurmak demektir.
Eski dille söylersek biz bir inşa etkinliği, bir inşa faaliyeti içerisine
girmek zorundayız. Onun için elbette kendi hayatımızı, kendi yaşamımızı
kendi dilimizle dillendirmek durumundayız. Bunun bedeli daha ağır olabilir
çünkü Türkçe yazılanlara karşı akademik yaşamın dudak bükmesi, küçümsemesi
ile savaşmak zorundayız, Türkçe düşünebilmenin, Türkçe duyabilmenin, Türkçe
algılayabilmenin, Türkçe yaşayabilmenin ne denli önemli, ne denli zor,
çetin bir şey olduğunu insanlara gösterip, bütün genç insanları bu yolda
yürümeye özendirmeli ve bunun için onlara destek vermeliyiz. |
||||
İletişim
Bilgileri
: |
||||
Adres:
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 06531 Ankara, Türkiye Telefon: + (90) (312) 210 3141 Fax : + (90) (312) 210 1287 Oda Numarası: Z-43 E-mail : ainam@metu.edu.tr |
||||