Elbette
sırım gibi bir dansçı olmak isterdim. Kabak kafalı, bastı bacak, şiş
göbek bir yazar olmasaydım; yediği abur cuburun etkisiyle koltuğuna
iyice gömülmüş, düşüncelerinin ağırlığıyla kımıldamakta zorluk çeken.
("Düşüncelerinin ağırlığı" sözünden rahatsız olacakları mutlu
etmek için: "Düşüncelerinin hafifliğinin bile gömüldüğü yerden
onu hareket ettiremediği" gibi bir ifade ile anlatım değişikliği
yapabilir…) Gün geçtikçe, zaten kısa olan boyunun, giderek küre hâline
gelen bedeni içinde yitip gittiği bir yazar olmasaydım, yazdıkça, şişmanlayıp,
şişmanlayıp patlamaya hazır olmasaydım… Her ritme ayak uyduran, müzikle
kaslarının bütünleştiği bir dansçı olarak, ruhunu bedenine katmak isterdim.
Ritmi bile bedenin dönüşleriyle değiştiren. O denli hafif, o denli göğe
yakın, uçarı, dur durak bilmez bir enerji odağı; kırlara çıkar, ormanlarda
fırdolayı döner dururdu. Rüzgarlara bırakıp kendimi uçmayı denerdim.
Yağmurda, karda çırılçıplak dağ bayır koşmak koşmak, koşarak düşüncelerime
yetişmek olurdu amacım.
Bedenimin düşüncelerimi geçmesi ne güzel olurdu, amansız yarışında ruhumla
tenimin! Cevval, haşarı, acar, yerinde duramaz bir beden ve onun ardından,
ona yetişmeye çabalayan ruhum…(Şimdi ise, şişmiş bir silindir gibi,
onca ağırlığıyla eziyor bedenim ruhumu! Sıkıyor boğazını ruhumun, neredeyse
boğdu boğacak…) Yerleşik düşünce hapishanelerini aşıp, sınıfların, dershanelerin,
okulların, toplantı salonlarının, matbaaların duvarları üstünden, temiz
havaya, serin yaylalara, sarp dağların yamaçlarına sokularak, evrenden
gelen müziğin bitimsiz ritmiyle dansetmek… Bedenimin bilgeliğine güven
duyardım. O, egemen dans tekniklerini bilir, kendini bu teknik bilgilerin
üstesinden gelecek denli iyi yetiştirirdi. Bir balet gibi dans edebilirdi
örneğin; diskoların en haşarı figürlerini yapabilir, perende atıp, tek
eli üstünde dönerek, dakikalarca çok farklı biçimlere sokup kendini,
dinlediği müziğe kaslarıyla yol gösterebilirdi. İstese sahnelerde akrobatik
danslarla insanların yüreğini ağzına getirebilirdi; her türlü folklor
oyununu bilir, bedenini bu oyunlarla türküleyebilirdi.
Elbette bunların hiçbirini, onlara ait bilinmesi gerekenleri bildiği
halde yapmazdı. Çok iyi bir dansçı olup çıkardı bedenim, bir bilge dansçı.
İçindeki müziğin ritmiyle bir alev olup yanardı raksı. Tenhadâ. Gösterişsiz.
Ruhların merak ettiği bir beden. Ruhlara özgürlük yollarını işâret eden
bir beden. Aristoteles'i hop oturtup hop kaldıracak filozof bir beden.
Nasıl bilge olabilirdi bir beden, hem de bir dansçı olarak? Bilge beden,
ruhuyla ilişkiye geçme yollarının en önemlisi olan müziği duyardı. Müziği
duyan beden, müziğe yanıt vermeliydi. Yanıtı danstı. Dans, bedenin kendi
olanaklarını keşfetme yolunda çok önemli bir adımdı. Dansta beden ruhuyla
konuşur. Ruh, bedeni duyar. Dansta, beden kendini açar, kendini duyurur.
Ruha yol açar. Ruha kapı açar; ruh, bedenle ilişkiye geçmeye hazırsa.
Elbette
bedenin özgürlüğü, ruhun özgürlüğü ile olanaklıdır. Bedeni bilge, ruhu
ham halat bir insan olamaz. Alışılagelen bakışta, ruh bedenin arzularından
arındıkça özgürleşir, anlayışı vardır. Beden denetlenmeli, azgın arzularından
arındırılmalıdır! Beden kuduruktur, akıl dışı arzularla doludur. Ruh,
aklın gücüyle bedeni dize getirip, onu aklın buyruğuna sokmalıdır!
Bedeni tutsak etmeye yönelik, beden zulmü, ruhları yönetmeye yönelik
siyasal güçlerin işine gelebilir. Beden üzerine konulan yasaklar bedenin
ezilmesine yol açar. Bedeni ezerek, ruhu denetim altına alabilirsiniz.
( Örneğin, işkence; örneğin, bedenin şeytanın elinde olduğunu söyleyip,
insanlar üzerine egemenlik kurmaya kalkan dinsel kurumlar!)
Bedeni özgürleştirmek, bedeniyle iletişime geçebilen ruhların başarabileceği
bir çabadır. Doğrusu, bedenle ruhu birbirinden çok ayrı varlıklarmış
gibi almak elbette çok yanlıştır. Yine de, bedenimizle ilişkimizde gelenekten
gelen bu iki kavram arasındaki ayırıma kulak vermek gerekebilir. Bedenle
ruhu muhabbete sokabilmek, bedeni dansa, türküye açabilecek özgür ruhların
işidir. Özgür ruh, özgür bedenle sağlanabilir. Öyleyse, ruh-beden ilişkisi,
birbirini destekleyen etkileşimlerle yürüyor. Ruh bedeni, beden ruhu
ezmemeli. Beden dansçı, beden bilge, beden özgür ise, ruh da kalıplarını
kırmış, sınırlarının, olanaklarının ayırdında, düşüncelerle dans edebilen,
sorumluluk sahibi bir bilge olmaya çabalayandır.
Bedenin bir iç bilgisi var. Ustalaşan bir piyanist örneğin, parmaklarına
emanet edebilir kendini; bisiklete binen biri, bir sürelik alıştırmadan
sonra bedenine bırakabilir bisikleti. Bilir beden; ayaklar, siz unutsanız
da, kimi zaman sizi gideceğiniz yere götürebilir. Bedenin yapabileceğine,
bedenin bilgi ve gücüne emanet edebilmeliyiz kendimizi. Bedenimize güvenerek.
Beden özürlü birinin ruhu elbette özürlü değildir. Burada sorun, beden-ruh
diyalogunu kurup, bedenin kendi olanaklarıyla ruha nasıl ulaşacağı sorunudur.
Evet, bedeni kof, ruhu kof biri olmasaydım, bedeni özgür bir dansçı
olmayı dilerdim. Bedenin özgürlüğü, ruhun zincirlerini çözen bir dansçı.
(Yoksa beden budalası, ruhu budanmış, vasat zekâda, memur zihniyetli
bir dansçı değil!)
Oturduğum sandalye, bedenimin ağırlığıyla eziliyor, ruhumun da bedenimin
ağırlığı altında canı çıkıyor.
Yine de, gece üçlerde, gizlice yatağımdan kalkıp, bahçeye çıkıyorum.
Çam ağaçlarından gelen rüzgarın uğultusunu duya duya, bahçenin bir yerlerinde
saklanarak beni hafif alaycı seyrettiklerini düşündüğüm kedilerin gözü
önünde koca göbeğimle dansımsı tuhaf, o derece de gülünç hareketler
yapıyorum. Sonunda anlıyorum ki, ben kabak kafalı, bastı bacak, şiş
göbek bir yazar olmasaydım, yine kabak kafalı, bastı bacak, şiş göbek
bir yazar olurdum.
---------------------------------------
Eylül 2005, Ankara