|
|
ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME
GÖREVLİ – Sayın Hocamıza çok teşekkür ediyoruz.
Etkinliğimiz başka bir sunumla devam ediyor.
Konuğumuz Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe
Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sayın Ahmet İnam. Sayın hocamız “Felsefece Eğitişim”
başlıklı bu konuşmasında, bize, aslında felsefenin de çekirdeğini oluşturan,
öğrenmeyi öğrenme konusunda bilgi verip, irdeleyeceklerdir.
Kendisi de öğrenmeyi öğrenme etkinliği olarak felsefe; öğrenmeyi öğrenme
üzerinde dururken, bir anlamda kendi etkinliği üzerinde duruyor. Bu konuşmada
felsefenin 2500 yıldan beri çekirdeğinde bulunan öğrenmeyi öğrenme etkinliği
yeniden gözden geçirilmiş olacaktır.
Buyurun Sayın Hocam. (Alkışlar)
PROF. DR. AHMET İNAM (ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
Başkanı) – Sayın konuklar, günaydın efendim. Soru çok temel bir
soru olarak görülüyor ve bu soruyla başlamak ve sonra felsefeyle öğrenme
arasındaki ilişki üzerinde konuşmak doğru olur diye düşünüyorum. Soru
şudur: Ne diye öğreneyim ki ? Sürekli olarak bana öğren diyen bir kültür
içine doğmuşum ve öğrenmenin erdemlerinden söz ediyorlar. Üstelik öğrenmenin
değil, öğrenmeyi öğrenmenin erdeminden söz ediyorlar, bu sırayı çok artırabilirim
de, öğrenmeyi öğrenmeyi öğrenme diye böyle devam edebilir. Eğer, bu bir
çeşit pragmatik bir kurnazlık ise, çağımıza çok uygun olduğunu düşündüğüm;
o zaman, öğrenmeyi öğrenme ile herhangi bir öğrenme tarzı arasında hiçbir
fark söz konusu olmayacak demektir; çünkü, öğrenmeyi öğrenme, bir maymuncuk
gibi her kapıyı açan bir öğrenme biçimi olılacaktır. “Bana öğrenmeyi öğret
de, ben bu öğrenme zahmetinden kurtulayım” anlamında bir öğrenme istiyorsak,
bir kalıp veya belli teknik ile öğrenmeyi anlıyorsak, bu anlamda öğrenme,
öğrenmeyi öğrenme olmuyor herhalde. Çünkü, neden öğreneyim ki, sorusu
bana çok temel bir soru gibi gözüküyor. Öğrenen insanın kesinlikle talebi
ile oluşan bir şey, öğrenmeyi öğrenme. Dolayısıyla, belki çok genç yaşlardaki
insanların, öğrencilerin veya bir şeyler öğrenmesi için okula gönderilen
insanların, öğrenmeyi öğrenmesi veya okul öncesi eğitimde öğrenmeyi öğrenmeyi
sağlayabilmek, herhalde, onlarda öğrenmeyi talep etmeyi oluşturabilmekle
olanaklıdır. Öğrenme talebinin, öğrenme merakının, öğrenme coşkusunun,
öğrenme arzusunun ve tutkusunun, öğrenme ateşinin onların içinde yanmış
olması gerekir ki, öğrenmeyi öğrenme eylemini, etkinliğini gerçekleştirebilsinler.
Yoksa, öğrenmeyi de öğreneceksin, şimdi bak bunları bunları öğrendin;
sıra öğrenmeyi öğrenmeye geldi gibi bir tavırla öğrenmeyi öğretmeye kalkma,
öğrenmeyi öğrenme ruhuna pek de uygun olmayacaktır. Öğrenme karşısında,
yaşam deneyimleri karşısında tavrı olmayan, yaşam deneyimlerini gözden
geçirmeyen, yaşam deneyimlerini sürekli olarak tazelemeyen, tazeleme eğiliminde
olmayan insanlara, öğrenmeyi öğretmenin hiçbir anlamı olacağını düşünmüyorum;
öğrenebileceğini de sanmıyorum. Öğrenmeyi öğrenmenin hayat karşısında
bir tavır ile gerçekleşebileceğini, daha doğrusu şimdiye dek, alışılagelen
yaşama tavrının dışında bir tavırla, bir duruşla kazanılabileceğini düşünüyorum.
Bunun çok önemli bir nokta olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum; çünkü,
öğrenmek, zaten bir anlamda, çok geniş anlamıyla düşündüğümüzde, olağan
yaşam içinde sürekli yaşadığımız bir süreç; ne yapsak bir şeyler öğreniyoruz.
Hiçbir çaba, emek sarf etmeksizin, yaşarken duyu organlarımıza ulaşan,
malumatların bir anlamda yoğrulmasında, örneğin, kulağımıza bir haberin
ulaşması, gözümüzün bir gazete kupürüne ilişmesiyle öğrendiğimiz şeyler
zaten söz konusudur. Ama, bu tip öğrenmeler, olağan yaşayışın içerisinde
kaçınılmaz olarak edindiğimiz şeylerdir. Oysa, benim öğrenmeyi öğrenme
ilkesinden anladığım şey; yaşadığımız yaşantıların bir çeşit düzenlenmesi
ve yeniden anlamdırılmasıyla ilgili bir durumdur. Zaten öğrendiğimiz bilgilerin,
zaten olağan yaşam içerisinde yaşanması anlamında değil de, öğrendiklerimize
yeni bir bakışla bakmak, şimdiye kadar öğrendiklerimizi yeni bir süzgeçten
geçirip, bundan sonra öğreneceklerimize karşı bir tavır içerisine girebilmek
demektir; öğrenmeyi öğrenmek, bir yaşama tarzıdır, bir yaşam biçimidir,
bir hayat tarzıdır. Dışımızdaki ve içimizdeki gerçekliğe karşı
bir duruştur diye düşünüyorum. Onun için bu duruşu, bu tavrı, bu tutumu
gerçekleştiremeden, çok mekanik bir biçimde, işte öğrenmeyi öğretmenin
yahut öğrenmeyi öğrenmeye kalkmanın çok anlamlı olmayacağını düşünüyorum.
Nedir bu duruş, bu tutum değişikliği?..
Buna yakından baktığımızda, Batı düşüncesindeki felsefe serüveniyle çok
yakından ilişkili olduğunu görürüz. Sokrat’ı biliyorsunuz, Sokrat’ın bir
misyonu vardı, bazılarımızın tuhafına gidebilecek bir şeydi bu, o misyon
da “biliyorum” savını taşıyan insanların, bilgilerini ve bildiklerini
onlarla tartışmak ve aslında, biliyorum diye ortaya attıkları bilgilerin
çok da sağlam olmadıklarını onlara göstermekti. Tabiî, bu, insanlık tarihinde
de bence çok önemli bir dönüm noktası idi; çünkü, bilmek, öğrenme ile
başlayan, öğrenmenin belki bir aşaması olan, belki de bir sonucu olan;
ama, bitimi olmayan bir çabadır; bu bir süreç olarak düşünüldüğünde, temellerinin
gösterilmesi gereken, hesabının verilmesi gereken bir insan etkinliğidir.
Bilmek, sadece bazı sınavlardan geçmek ve yapabilmek, sonuç elde edebilmek
anlamında bir bilmek değil, Sokrat’ın anlatmak istediği. Bilmek, bildiğimizi
ileri sürdüğümüz şeylerin temellerini, dayanaklarını gösterebilmek demek;
yani, bilmek, kökleriyle, temel kavramlarıyla bilmek anlamına geliyor.
Böyle bir bilgi edinilmesi, bu anlamda insanın bilgiye kavuşması, bilgisiyle
yaşaması, bilgisiyle olması anlamına geliyor. Demek ki,
felsefenin başlangıcında, Sokrat’tan öğrendiğimiz şey, bilmenin, temellerini,
köklerini bilmekle başladığı, sadece birtakım malumat kırıntılarıyla yapılabilecek
bir iş, yüzeysel, sığ malumatla yürütülecek bir etkinlik olmadığı ve o
kökleriyle bildiğimiz şeyle, insanın ruhsal bütünlüğünün birleşmesi gerektiği,
yani bilmekle, olmak arasındaki uçurumun ortadan kalktığı, bilen insanın
olan insan olduğu, yani bilen insanın, bilgisini tamamen hücrelerine,
dokularına, yaşam biçimine, huyuna, suyuna işlediği, onu içselleştirdiği,
onu içine sindirdiği gerçeğidir. Bilgisiyle, şimdi, birçok çağdaş insanın
yaptığı gibi, yaşamı arasında boşluklar, uçurumlar olan bir insan olmadığını,
bilen insanın bildiğiyle olan bir insan olduğu, bilgisiyle
yaşadığı, bilgisiyle arasındaki boşlukları kapatan bir insan özelliği
taşıdığını görmekteyiz. Bu da, en azından iki şeyi gerektiriyor; birincisi,
özgür insan olmayı gerektiriyor; çünkü, eğer, öğrenmek aşamasında olan,
öğrenme durumunda olan bir insan, öğrenmeye zorlanmışsa, gerçekten bu
zorlanma içerisinde birtakım malumatı kavrayabilir ve sorduğunuz zaman
da karşılığını verebilir. Ama, kendi içinden, kendi iç özgürlüğünden kaynaklanan
bir çıkışla, edinilmiş bir öğrenme olmadığı için, o öğrenme, o kişinin
belleğinde veya bir anlamıyla ruhunda bir yama gibi duracaktır ve büyük
bir olasılıkla da, birçok öğretmen arkadaşın da bildiği gibi, çok kısa
bir zamanda, o bilgi yahut o malumat kırıntıları belleğimizden uzaklaştırılacak
ve bellek rahatlatılacaktır, sınıf geçilmiş, sınavlar verilmiş ve o bilgi
yükünden kurtulmuş olacaktır.
O yüzden, belki öğrenmeyi öğrenmenin çok temel koşullarından biri, biraz
önce konuşmamın başında söylediğim gibi, öğrenmeye olan talebin yaratılması;
yani, neden öğreneyim ki, sorusunu soran bir insana, gence, bunu tartışabilmek,
neden öğrenmesi gerektiğini söyleyebilmek, öğrenmek istemiyorsa, belki
öğrenmek istememesine saygı göstermek veya böyle bir düşüncesinin öğrenmeye
olan kapalılığının ardında ne yattığını anlamak çok önemli bir şey. Eğer,
bu iç özgürlüğüne sahip bir kişi ise, o zaman öğrenmeye olan talebinin
gerçekten bu özgürlüğüyle olan ilintisinin olup olmadığına bakmak gerekir.
Bir talep oluşturmak birinci amaç, öğrenmeyi öğrenmede, bu talebi oluşturacak
insanın özgürlüğünün yaşamasına dikkat etmek; daha aile içi eğitimde,
özgür olabilen, kendisi olabilen, kendi varlığına, kendi ruhuna, kendi
duygularına, kendi düşüncelerine sahip çıkabilen bir insanın yetişmesini
sağlamak lazım; çünkü, bu özgürlükle birlikte özerklik anlamına geliyor;
kendine sahip çıkmak isteyen, kendi yaşamına sahip çıkmak isteyen, kendi
ayakları üzerinde durmak isteyen, kendisi olmak isteyen insanların başarabileceğinin
bir şey olduğunu düşünüyorum öğrenmeyi öğrenmenin; çünkü, orada, kendi
varlığına, kendi özgürlük ve özerklik alanı doğrultusunda
öğrenmek isteyen, edindiği yaşantı birikimlerini, kendi bakışı, kendi
anlayışı, kendi yorum çabaları içerisinde yoğurmak isteyen bir insan görüyoruz.
Öyle bir insan ki, bu insan, kendi yaşamını kurabilecek, kendi gözleriyle
görebilecek, özerk, özgür bir insan. Elbette, bireysel olarak bunu düşündüğümüzde,
bu bireysel özerkliğin ve özgürlüğün kurulabilmesi, ancak bir arada, özerk
ve özgür insanlarla etkileşim halinde sağlanabilecek bir şeydir. Öğrenmede
bireyin özerkliğinden ve özgürlüğünden söz ettik; ama, yalnızlığından
ve tamamen içinde bulunduğu toplum yaşayışından, soyutlanmasından söz
etmedik. Bir arada, diğer insanlarla birlikte, onlarla etkileşim, iletişim,
haberleşme durumunda, diğer insanlarla birlikte, diğer insanlarla kendileri
olan özgür ve özerk insanlarla birlikte yaşayarak, onlarla etkileşerek,
onlarla haberleşerek, öğrenmeyi bir arada kotaracakları bir dünyanın oluşumunda,
öğrenmeyi öğrenmenin anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Demek ki, en azından birkaç olmazsa olmaz koşulu var gibi gözüküyor, öğrenmeyi
öğrenmenin. Bir tanesi, çok sağlam bireylerin oluşumuna gereksinim var.
Tersinden de düşünebiliriz: Bu öğrenmeyi öğrenen insanların da, özgür
ve özerkliğe kavuşabileceğini söyleyebilirsiniz. Özgür ve özerk, yani
kendisi olan, kendi potansiyelini keşfedebilen, kendi gücünün farkına
varabilen ve kendisini gerçekleştirmek isteyen insanların olduğu bir toplumda,
ama böyle insanların birbiriyle haberleşme ve birbiriyle etkileşme gereksinimi
duydukları bir toplumda öğrenmeyi öğrenmenin anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Öğrenmeyi öğrenmeyi sağladığımız zaman, anlamalıyız ki, bu sürekli gerçekleştirilen,
bir çabadır;”ben artık öğrenmeyi öğrendim, işim bitti diyebileceğimiz
bir anlık, bir dönemlik, bir sürelik bir iş değildir; çünkü, öğrenmeyi
öğrenmenin insan yaşamında açık uçlu bir etkinlik, beşikten mezara kadar
süre gelen çaba olduğunu da görmüş olacak, öğrenmeye çalışan kişi. Belki
de öğrenme bu anlamda kendi öğrendiği bilgilerin yükü altında ezilmeyen,
öğrendiklerinin egemenliği altında savrulmayan, öğrendiklerini yorumlayabilen,
denetleyebilen, onlarla başa çıkabilen, onları yorumlayıp, yeni bilgiler
talep eden, öğrenmiş olduklarının eksik ve gediklerini görebilen, o eksik
ve gediklerini nasıl kapatabileceğini bilebilen, neyi öğrenebileceğini
seçebilen insanın bir başarısı.
Öğrenmek güzel bir şey, neden öğreneyim ki, sorusuyla birlikte gelen,
neyi öğreneyim ki, sorusu da var. Malumatın ve bilgilerin bu denli hızlı
biçimde üretildiği bir dünyada, seçebilen insanların, ancak kendisi olabilen,
kendi gönlüyle, kendi beyniyle, kendi ayaklarıyla yaşabilen insan olduğunu
da unutmamak gerekiyor. Onun için öğrenelim; ama, neyi, neden, nasıl sorularının
yanıtlarından biri, belki de bu programın temel ilkesidir. Öğrenmeyi öğrenerek,
öğrendiklerimizi kendi hayatımıza yedirerek, öğrenmeye başladıklarımızın,
öğreniyor olduklarımızın arasında seçmeler, yorumlar, elemeler, eleştiriler
yaparak öğrenmeli. Öğrenmeyi öğrenmek, öğrenilen karşısında edilgen olmak
değildir, öğrendiklerimizin karşısında etkin olmaktır. Kendi hayatına
sahip çıkan insanların, kendi hayatı ve kendisi hakkında talebi olan insanların
çabası olduğuna göre öğrenmeyi öğrenmek, elbette öğrenen insanın, öğrendiğine
karşı sorumluluk, öğrendiğine karşı tepki, öğrendiğine karşı yanıt vermeye
çalışan insan olması gerekecek..
Onun için, öğrenmeyi öğrenmek, aslında, insanın insan olma çabasında büyük
bir mücadelesidir. Öğrendikleriyle bir anlamda kavgasıdır. Öğrendiklerinin
önünde elbette saygı duymasıdır, ama öğrendiklerinin önünde köle olması,
onları gözü kapalı kabul etmesi demek değildir.
O halde, öğrenmeyi öğrenme, ama nasıl, neden, neyi sorularıyla birlikte
anlamlı olacaktır ve bütün bu soruların yanıtı nasıl yaşayacağım, nasıl
insan gibi insan olacağım sorularıyla çok yakından ilgilidir. Bana öyle
geliyor ki, bu eğitimin gerçekleştirilebilmesinde siz eğitimci arkadaşlarımızın
elbette deneyimleri çok değerlidir ve öğretebilecekleri çok şey vardır;
ama, öğrenmeyi öğrenmenin veya öğrenmeyi öğretmenin galiba en değerli
ve en önemli yollarından biri de, öğrenmeyi öğrenen insanlar olarak öğretmenler
ve eğiticiler olarak, öğrencilerle etkileşim haline girmektir. Yani, öğrenmeyi
öğrenme üzerinde bizler burada nutuk atarken, bunun nasıl gerçekleştirildiğini
de kendimizde örnek olarak anlatmamız lazım. Yıllar önce geliştirmeye
çalıştığım bir kavramı hatırlatayım:Eğitişim. Ben öğretmen olarak
öğrenciyi eğitirken o da beni öğrenci olarak eğitecek; böylece aramızda
bir eğitişim süreci başlayacak. Öğrenmeyi başarmış bir öğretmen
olarak öğrencimden öğrenmeye hazır olduğumu tavır olarak ona belli edeceğim.
Öğrenmeyi öğrenen bir öğretmenin öğrencisini ve öğrencisinden öğrenmeye
hazır olduğunu öğrenci benimle ilişkinde yaşayacak Ben, öğrenmeyi öğrenen
bir insan olarak, nasıl bir insanım, öğrenmeyi öğrenip, öğrenmiş olduğumu
iddia eden biri olarak, öğrenmeyi öğrendim de, nasıl bir insan oldum,
ben de ne gibi erdemle gelişti, yaşam biçimimde, hayata bakışımda, toplumdaki
ilişkilerimde ne gibi olumlu yanlar oluştu, işte bunu öğrencim görebilirse,
o zaman, öğrenmeyi öğrenmeyi yaşayan insanlardan, yaşayan örneklerden
çok canlı biçimde, öğrenebilecekler, bu etkileşim içerisinde. Yoksa, öğrenmeyi
öğrenme başlığı altında hiçbir anlayış ve tutum değişikliğine gitmeden
sağdan soldan öğrendiğimiz bilgileri öğrencinin taleplerini gözetmeden
gözü kapalı öğretmeye kalkarsak,değişen sadece slogan olur.Yeni sloganlar
arkasında eski bildiklerimizi okumaya devam ederiz. Bu konuda özeleştiriyi
elden bırakmadan,çok dikkatli olmamız gerekiyor. Teşekkür ederim. (Alkışlar)
GÖREVLİ – Sayın Hocamıza çok teşekkür ediyoruz.
|
|
|