|
|
NUROL ABDO, NUROL!
Prof.
Dr. Ahmet İNAM
Emmim Abdullah Yüce, ince paltosu, fötr şapkasıyla duruyor garda. İncecik
bıyıkları rakı kokuyor. Abdullah Yüce, sonraları Arabeskin, ardından
karmakarışık müzik ağdasının malzemesi olacak duygularını uzun hava
olarak katıyor müziğe. Onlardaki yürek burkuntusu, plakçıların, kasetçilerin
ticaret malzemesi yapılmamış daha. Cenin halinde arabesk. Türkü formunda
şarkı, şarkı formunda türkü. Yarım bardak susuz rakıya, sünnet düğünlerinde,
nişanlarda yüreğini açan adam. Emmim Abdullah.
Emmim Abdullah'un parmağında elbette şovalye yüzüğü vardı. Ne köylüdür
o, ne de kentli. İki yana da yakın, iki yana da uzak.
Seherin vaktinde oturmuş yola
Bahçede açan güllerin sola
O elâ gözlere yaşlar da dola... Bebek oy!
Bebek, hangi bebektir? Hangi gelinin? Köylerden kentlere geçişin yeni
yeni başladığı dönemlerdeki, göçün etkisini darbelerle duyanların figanı
olan bebek. İkinci dünya savaşının yoksulluğunu çeken gelinin. Emmim
Abdullah ne entelektüel meyhanelerine ne de Cumhuriyet balolarına katılmıştır.
Bıyığındaki rakı kokusuyla mevlud okuyup okumadığı meçhuldür. Kimsesizdi
emmim benim.
Sevgili, engin bir deniz. Umudu emmimin. Umutsuz emmimin. Tavernalarda
org çalmamış, konservatuvarlarda hocalık yapmamış emmimin. Yâr hayâldir.
Emmime vuslat haramdır. Vuslattan tedirgin olur. Dünya hep büyük gelmiştir
ona. İçindeki eziklik, yâre kul olmaya götürmez onu. "Sevgilim
seninim, beni parçala,ez, doğra" demez. Sevgili büyüktür. Emmimin
kafa kağıdında Yüce yazar. Yüce olan sevgilidir. Abdo mahzundur. Sevgili
deryâ, sevgili deniz: Konuşur, vurur yalnızlığını emmimin. Emmim içli
sözlerle vurulduğu için yücedir.
Üzerinde durulan aşk? Nedir o? Abdo'nun dünyası. Üzerinde yaşadığı dünya.
Yârin bulunduğu diyar. Bu diyar sonsuz. Aşk sonsuz. Yârsız gerçek, yârsız
evren yok. Yâr hava, su. Yâr nimet. Yaşamak mümkün değil emmim Abdo,
yâr , bu zalim dünyada değil. Sevgilisini bir derya gibi görene, aşkını
sonsuz bulana haramdır bu dünya. Sen rakını iç. Bavulunu al. Çık yollara.
Bu diyar senin değil. Yârinin. Yâr senin değil.
Kaçamıyorsun işte. Diyelim ki yari tuttun kaçırdın. Kim o yâr? Bakkal
Mahmud'un kızı. Mahmud kızını sana verir mi, emmim? Bakkal Mahmud, teraziden,
undan, şekerden saklayıp kaçırdıklarıyla vurgunu düşünür. Seni vurduracaktır.
Ne ararsın Acı Pınar'ın düzünde? Sözün kurudu mu? Dünya dönüştü. Biz
doldurup biz içiyoruz, kime ne zararımız var? Kime? Elliler gelmiş,
Türkiye çok partili düzene girmiş. Amerika içimize giriyor. Komunistler
avlanıyor. İnançlar, gözetim altında. Sen neler diyorsun, ey yüce Abdullah:
Havuz başı pıtırak
Yârim gelsin oturak
Bir o desin bir de ben
Bu sevdadan kurtulak
Hangi sevdadan? Sevdadan kurtuluş yok. Dünyada sevda tükeniyor. Havuzbaşı
mı kaldı? Pıtırak nerede? Habermas'ın "ideal iletişim durumu"
dediği, yetkin iletişimi kurmaya çalışıyorsun yârinle. Öyle yâr mi kaldı?
Yâr çalçene. Başının etini yer. Sen bir söylersin. O bin. Sevdadan kurtulamazsın
emmim Abdo. Yetim Abdo. Mecâlsiz Abdo.
Haydi trene, çok üşüdünüz. Tahta bavulunu al yârinin. Unut vefasızlığını.
Sana geldi. Gözü yaşlı. Vişne çürüğü başörtüsü. Ver mendilini, silsin
burnunu. Gariptir o da. Binin. Gidin. Gidin. Duldur o, tut elinden.
Yüce Abdo ısıt onu şarkınla:
Uzayıp giden o tren yolları
Açılıp sarmıyor yârin kolları
Uğurlar kızları, nazlı dulları
Uzayıp giden o tren yolları
Sarsın yârin kolları. Dünya değişmiştir. Nazlı dul yanındadır. Peki,
tren değişmiş midir, yollar, dullar? Hepsi. Değiştiği için sararlar
seni. Umutsuz bir sarılıştır bu. Çıkışı olmayan. Sonu olmayan. Hasret
güzeldi. Birbirine kavuşmayan, hep birbirine paralel olmak zorunda kalan
tren yolları güzeldi. Emmim vuslâtı ve ellilerden sonraki Türkiye'yi
sevmedi.
Bir balkon. Beşiktaş'ta bir yerlerde bir evde. Sonradan önüne evler
yapıldı, denizi görmüyor, şimdi. Görürdü, eskiden. Masa kurulur, sazlar
çalınırdı:
Bu ne sevgi âh, bu ne ıstırâb
Zavallı kalbim ne kadar harâb
Nâsibim olsun bir yudum şarab
Sun da içeyim yârin elinden.
Sevgi ile ıstırâb yan yana. Ayrılamaz birbirinden. Kalp harâb! Nasıl
olmasın: Sevmek, acı çekmektir.Nâsibim acımdır. Yârim ıstırabımdır.
İçelim hadi:
Al şu kadehi, yaşla doldurma
Düşürme yeter gönlümü gama
Gurubun rengi varmadan cama
Ver mezesini tatlı lebinden
Sevgililerimiz yitmiştir. Arabeskin, falanın filanın feryadını boşver;
onlar hasreti senin gibi yaşamıyorlar Abdo'cuğum. Hiçbiri yetim değil.
Her birinin iş takipçileri, "manajer"leri var. Viski içiyorlar.
Rakılar da bozulmuştur. Senin kibar ince bıyığın yok; genç ve Avrupalı
görünmek için kestiler.
Abdo emmim, ben seni duydum, dinledim:
O pembe yanaklar o tatlı diller
Çürüyüp aşkını buldu dediler
O diyenler kim biliyor musun? Tarihçiler. Gerçekçiler. Köşe dönücüler.
Sil oradaki "çürüyüp"ü. Üstüne "sevinip" yaz.
Abdo emmimi sevgilileri buldular.
|
|
|