|
|
BİR
MÜBAREK
Prof.
Dr. Ahmet İNAM
Mahmud,
Sevgili Dostum,
O günlerdeydi işte; bahar bitmek üzereydi. Karımın komşulara benim için
"bu adamın sessiz göründüğüne bakmayın, o edepsizdir" dediği
akşamlardan birinde. Neden edepsiz olduğumu düşünürken, kapı çalınmıştı.
Açmıştım: Oydu. O, mübârek! Solgundu! "Koçum, benim, çâk!" Çaktı.
"N'aber moruk!" dedi, gülümseyerek. "Moruk, gözlerinden
öper" dedim. "Ne içersin? Konyak?" "Kahve, yeter!"
dedi.
Kahvesini içerken dikkat ettim gözlerine: Bu dünyadan değildi! Çok,çok
uzaklardan gelmiş gibiydi. ( Mübarekler öyledir: Uzak denizlerin kokularıyla
alır götürürler bizi. Onlar sayesinde anlarız: Dünya tek değildir. Denizler
bu bildik dünyanın denizleri kadar değildir.) Nice dip denizlerin akıntılarında
çırpınmış, sarp dağ yamaçlarından yuvarlanmış, çöllerinde günlerce güneş
altında yürümüşçesine, yorgun ama çakmak çakmak çakan gözlerinde uğultulu
sessizliğin dinginliği vardı. Mübareği yeniden anımsadım. Neden ona mübarek
dediğimi.
Mübareği vuslatından tanırım. Ona kavuşmak, yıllar süren yoğun harp günlerinin
ardından, cepheden dönen bir askeri karşılamak gibidir. Bir hapishanede
müebbede mahkum birini aftan yararlanarak tahliye olduğunda kucaklamak
gibi. Yoğun bakımda komadan çıkmış dostun elini tutmak gibi. Birden kaybolur.
Bulamazsınız. Ne zaman kapınızı çalacağını, arayacağını bilemezsiniz.
Çıkar gelir. Nereden? Anlayamazsınız. Sabah uyanırsınız, gidivermiş. Yorumlayamazsınız.
Mübareğin bir özelliği de o,yoruma gelemez. Onu sindiremezsiniz. Yutamazsınız.
Egemenlik altına alamazsınız.
O hep ayrıdır. Seversiniz. Sizi bağlayan bağın bir yanında o, öte yanında
siz kalırsınız. Gün gelir, sevgiliniz olup, koynunuza girse bile, bedeninde
onu ne kadar ararsanız bulamazsın. O mübarektir, ötede durandır. Değip
de değemediğiniz, öpüp de öpemediğiniz, bulup da yitirdiğinizdir.
İşte, sevgili Mahmud, o vuslat akşamıydı. Seninle o aralar şiirleşiyorduk.
Vahlaşıyorduk. Nicedir dergi ve kitap okumuyorum, şiirler içeren. Şiir
kurumuş. Şiire kavuşup kavuşamayacağımı düşünürken gelivermişti.
Mübareğin bir özelliği de şudur: Geyik muhabbeti yapamazsınız onunla.
Havadan sudan konuşamazsınız. Sizi kendi dünyanıza iterek, dünyasına çeker.
Dünyalarına. İrkilirsiniz. Ondan hesap soramazsınız. "Neredeydin?"
"Neden beni aramadın?" Sorsanız belki yanıtı: "Buradaydım,
o nedenle aramama gerek yoktu" olurdu.
Yazmasalar, üretmeseler de sanatı yaşarlar. Düşünceleri. Kitapları. Kuramları.
Tutkuları. Anıları. Mübarekler uçsuz bucaksız insan evreninin konar-göçerleridir.
Dur otur bilmezler. Onları herhangi bir düşüncede, duyguda alıkoyamazsınız.
Biri, mübareklerden "arar-göçer" bir sevgili için şunu demiştir:
"Dokunmayın, mübareğe!" Mübareğe isteseniz de dokunamazsınız.
Teninin altında olduğunu kimse görmemiştir. ( Behçet Necatigil Hoca belki
bir mübarekti. Kafka. Yunus. Asaf Halet mübareğin dünyasını sezmişti.
Ama o kadar. Adı duyulmamış mübarek sayım daha fazla. Mübarek adını vermeyendir.)
Mübarek kırılandır. Burukluğu olan. Giderken, ister istemez yolu dünyaya
düşmüş biridir. O nedenle gidecektir. "Oraya." "Sonraya."
"Daha"ya. Mahmudcuğum, sen anlarsın, mübâreklerden kim bilir
kaçı kapını çalmıştır senin? Çalmadı mı yoksa? Yoksa mübârek yok mu? Mübârek
var. Mübârek'e izin yok. Yer yok. Kendine yer açmak için "marjinal
entel"liği seçmemiştir. İğrenç çıkar ilişkilerinin, yaz dostluklarının,
kırıcı içki sofralarının, bencilliklerin adamı olmamıştır. Sömürmeye çalışan
sömürmüştür. Parasını alan, onu cinsel nesne olarak kullanan, ürünlerinden
kopya çeken, yapıtlarını çalanlar olmuştur. Mübârek, kirli bir palto,
yırtık ayakkabılar, leş kokulu saç ve sakalla hiç dolaşmamıştır. Temizdir.
Fark edilmez. Dilenmemiştir. Susar, işe girer, düz insan olur. Kendi dünyalarını
yaşamak, sevdiği birkaç kişiye yaşatmak için bedenini korumak, beslemek
zorundadır. Bunu sıradanlığın Truva Atına binerek yapar. Tanıyabilecek
olana açar kendini. Reklâm yapmaz.
Nerede kalmıştım? Mübarek içeri girmiş, kahvesini içiyordu. Olağan ki
öykü burada bitiyor: Kahvesini içti ve gitti. Yarım saat mi konuştuk hatırlamıyorum.
"Şiiri arıyordum, sen geldin, hoş geldin!" dedim. "Şiiri
arama" dedi. "Tek başına şiir yoksulluktur." Tartıştık.
"Kutsallık yitmiştir" dedi. "İdeolojiler ve dinler kutsala
yabancılaşmıştır. Dünya giderek kutsallıklara kapanmaya başlamıştır. Tapınaklara
koşuşan insanlar, yalnızlık ve bakıma muhtaç oluşlarının telaşı içinde,
korku ve kaygı dolu dünyevîlikleri içinde, bu dünyaya yenik düşmüşlerdir.
Şiir dünyevîlikten kurtulma hamlelerinden yalnızca biridir. Yetmez. Yalnızca
hamledir. Dünyayı aşabilen şiir yazabilmenin güvencesi yoktur. Şiir insanla,
hayatla, düşünce ve duyguyla birleşmiştir. Ham halat kalıp, sözcük oyunlarıyla
yazdığınız şiir, kağıtlardan fırlayamaz. Kağıtlardan fırlayacak şiir,
bu dünyadan fırlayacak şairi bekler. Bu dünyadan öte dünyalara. Sayısız,
sonsuz dünyaya. İçinde sonsuzluğu bulamamıştan, insan olamaz. İşte kahvem
bitti. Gurbete yol göründü. Dağa asansörle, teleferikle... çıkma. Dağa
çıplak ayakla çık."
Bana öte dünyalardaki yolculuğunu anlattı. Kısa. Giderken yoğun bir dalgınlık
içindeydi.
Aslında Mahmudcuğum , o mübarek üç adım ötedeki evine gitti. Ertesi gün
de işine. Karısı gömleğini yıkadı, ütüledi. Patronu iş verdi. Yaptı verilenleri.
Mübarek yalvaç değildir. Şeyh de. Olamaz. Mübareğin tekkesi, okulu, müritleri
olamaz. Mürşidi de. Mübarek bizim gibi sıradan biridir. Kanser olur ölür.
Ama o "nadirat"tandır. Az bulunanlardan. Köprü olanlardan. O
köprüyle öteye , sonsuza geçeriz. Bize bu kadar olmadığımızı hatırlatır.
Öbür âlemlerin anahtarı vardır elinde. "Ben gidiyorum, gittim"
der. "Yiğitseniz, buyurun!" Buyurabilir miyiz? Belki. Bu dünya
olanca kiri pasıyla üzerimize abanmışken, soluk alıp, onun denizlerine
dalabilir miyiz? Sevgili dalgıç Mahmud, tüpsüz Mahmud, nefesin yeter mi?
Benim yetmiyor. Mübareği kırk metreden sonra yitiriyorum. "Dalgıç,
derine, daha derine!" diyor, birisi. Kim o dalgıç? Hangi derinliklere?
Dünyanın çirkinliği deniz bırakmadı ki! Sahte dalgıçlar, sahte insanlar.
Mübarek öykülenemez. İlişmeyelim onlara. Ellerini uzatırlarsa tutalım.
Çekerlerse gitsinler. Dünya nice teorisyenin teorileri altında çöküp gitmek
üzere. Mübarekler yitiyor. Kimse onları tanıyamıyor. Bilemiyor. Nasıl
geldiler dünyamıza? Nereden geldiler? Neylerler buralarda? Hangi kaza
onları bu dünyaya sürükledi? Dünya denilen şu trafik hastanesinde komadan
çıkabilmek için nasıl da çabaladılar. Çırpınışlarıyla tanıdık onları Bekledik.
Bir gün kapımızı çalacaklar: "Ne haber moruk?" diyecekler.
Mahmudcuğum! Yalan söyledim: O günlerdeydi işte; bahar bitmek üzereydi.
Karımın komşulara benim için "bu adamın sessiz göründüğüne bakmayın,
o edepsizdir"dediği akşamlardan birinde. Neden edepsiz olduğumu düşünürken,
kapı çalınmadı. Açtım. O gelmedi.
|
|
|