|
|
MECZÛB
Prof.
Dr. Ahmet İNAM
Biberler
büyüyor bahçede! Merhaba! Güllerin dikenleri çiziyor beynimi. Onlara da!
Onlara da! Merhaba! Sararmış mı yapraklar? Sararmış. Dökülmüş mü? Dökülmüş.
Ayaz kapıda. Merhaba! Kapı! Ona da merhaba! Hay olan hayatın ölümüne,
sevgi nöbette. Merhaba, umutsuzluk! Merhaba, yıkımlarda yok olan! Bitmemişliğin
biten penceresinde hayatın. Biten her pencerede, biten bir pencere. Kapanan
her kapıda, kapan bir kapı. Ama giren var. Ama çıkan var. Ama kapı bâkî.
Bittikçe her kapı, biter bir kapı. Bunu kalemime fısıldayan kağıt var,
beni hayattan geçiren kapı.
Ölürüm, tamam. Yok olurum, tamam. Ama merhaba! Yiten mezartaşıma da, solan
sevgiliye de. Mut, sûz olduğu için, mutsuzluk var; değil mi Sûzân? Suî
zâna da merhaba!
Mutluluk yoksa, mutsuzluk da yok. Hüsn-ü-zâna merhaba! Ölüm yoksa, ölümsüzlük
de yok. Çâre yoksa, çâresizlik de! Aslında, yok, yok; yok olan yok. İşte
buna gönülden merhaba!
Konuşuyoruz ya, söz yok aslında. Tözse filozof mafyasının haracı yaşamdan.
Sözü uçurmuş, yazıyı bırakmışlar, akılları sıra. Akıl yok aslında.
Peki ne var? Ne var? Lâ var. Dügâh derler, bizimkiler. Bir titreşimdir
derler, fizikçiler. Hocam İkbâl, "lâ" yı söyler bir de "illâ"
yı.
Lâ derseniz, dönüşür kevn, fesâda. İllâ derseniz, açar fesâdın kevni.
Lâsı çıkmış yaşamda kapı yok, pencere de. İllâ olmak ister çağım, illâ
mutlu olmak ister; hap alır, top alır, sap alır; kap alır; adı beden,
basar içine illâyı. İllâ tıkıştırılmış bedenleriyle çağım insanı ne göbekler
atar ne taklalar.
Gönlün yapısında amele olanlar lâ kaskını giysinler, lâ kaskını. Çatısında,
hilâlin adı "ay"dır, Türkçe'de. "Ay", yüksek demek.
Lâ, yüksekteki aydır, aylâ.
Bedbaht. Başında belâ kuşları. Belâ kuşlarını gören belâ gözü. Belâ kuşu
lâ. Belâ gözü lâ. Belâ sözü lâ. İllâsız belâ mı olur, ey gâfil?
"Lâ"ya sakın "be" deme. Belâ olur. Olsun. Belâya da
merhaba. İllâ tâcirleri. İllâ biriktirip "lâ" ya kalkan olacağını
sananlar.
Merhaba diyoruz ya, deyiverişimize de merhaba! Merhaba yok aslında. Hebâ
var, hebâ.
Lâ lâzım mı? Ya illâ? İllâlâ. Lâillâ. Yok vardır, var yoktur.
Karışınca kafa, mânâ yalama, yaşam yalama. Sıkınca vidalarını sağlamlaşır
yaşama. Nasıl sıkılır yaşama? Boğulmaz mı? İncinmez mi? Küsmez mi? Yaşamaküstü
masalarında sözle sarhoş olmuş ulemâ.
Penceresi nerede hayatın? Bunu arama. Yok mu? Yoksa yok, böyle oynanır
varlık denen drama.
Nasıl olmaz merhaba? Lâillâ. İllâlâ. İşte merhaba. Oyun mu? Oyun yok.
Hüznün oyunu mu olur? Muzdaribin mecâli mi var oyuna? Bir tek celâli kalmışsa
yaşama?
Yaşamak ciddidir çocuğum. Ensene topladığın saçlarınla. Acılar dağlar
yüreğini.
Kâinatta hayat var. Hayatın vebâli var omzumuzda. Sorumluluğumuz çıkınımızda.
Her nefes, vebâl soluyan ciğerlerimizden geçer. Ciğerimiz kebâb, iniltimiz
rebâb olur.
Yine de gülümseriz hayata. Hayat, penceresini açar da bakar mütebbessim
ruhumuza. Durur muyuz biz de ya, aya çıkar, yükselir, ay ötesi âlemlere
gireriz pencereden. Yaşamın açtığı pencerelerden pencereler biter.
Ey mutsuz oğlu mutsuz. Ey mutsuz kızı mutsuz. Pencerenin öbür yanından
görmek istemezsin yüzünü. Aç gözünü. Gözünden açılsın içine pencereler.
Seni, açtığın pencerenden girip, yitip gittiğin içinin dehlizinde bularak,
pencerenin dibine getirelim.
Gelmezsin. Gelmezsen gelme. Artık kurtuluşun yok, mâdem ki bu yazıyı okudun.
Mâdem ki anladın mânâ penceresini. Aralayamazsan da mutsuz olamazsın artık.
Mutsuzluk yok çünkü. Mutluluk da.
Merhaba, yalnızca, Merhaba, bahçede açan biber! Merhaba beynimi çizen
gül dikenleri! Merhaba, illâlâ, lâillâ!
Mutluluğaküstü masasında mutsuzluğaküstücülük oynayalım!
-------------------------
20 Eylül 2005, Foça
|
|
|