|
|
MATEMATİKLE YAŞAMAK
Matematik
Sempozyumu
7 Haziran 2002
İnsan
kaç dünyada yaşar? Şimdi hepimiz tek bir dünyada, yeryüzünde yaşadığımızı
düşünüyoruz ve bu dünya hepimizce paylaşılan bir dünya. Ama aslında, o,
yaşadığımız ortak dünyanın yanında, yaşayabildiğimiz değişik dünyalar
da var. Bu nasıl oluyor? Yaşadığımız bu ortak, herkesle birlikte olduğumuz
dünyamızı, kendime göre yorumlamaya, anlamaya değerlendirmeye, düşünmeye,
tasarlamaya başladığım zaman diğer insanlardan ayrı bir dünya meydana
geliyor.
İşte matematikçi, gerçek anlamda matematikçi olmak, benim görebildiğim
kadarıyla, matematikle uğraşmak, herkes için olan ortak bir dünyada yaşamaktır
ama, bu dünyaya matematikle bakabilmek, bu dünyada matematikle yaşayabilmekle
gerçekleşebilir. Çünkü, bu herkes için ortak olan dünyamızın içinde, birlikte
yaşadığımız, paylaştığımız, üzerinde tartıştığımız, kavga ettiğimiz, sevdiğimiz,
kimi zaman nefret ettiğimiz, aşık olduğumuz, acı çektiğimiz bu dünyanın
içinde, değişik dünyalar var. Galiba ben bu ortak dünyanın dışında bir
yerde bulunabiliyorum ki, bu hepimizce ortak dünyaya "dışarıdan"
bakabilip,onu yorumlamaya çalışabiliyorum. Kendinizi düşünün, bir problem
çözerken, eğer çok yoğunsanız çevrenizdeki herşey birdenbire kaybolur,
zaman durur, etrafınızda bulunanlar, mekan, alışa geldiğiniz "saat
zamanı" ortadan kaybolur, tamamen farklı bir dünyaya girersiniz.
İşte ben sizinle bu "Matematikle Yaşamak" konulu söyleşimde
matematiğin bu dünyası hakkında konuşmak istiyorum.
Ben bir matematikçi değilim arkadaşlar, ama matematiği seven anlamaya
çalışan biriyim. Daha doğrusu matematiği,birçok felsefecinin yapmaya çalıştığı
gibi matematiksel düşünme ve onun işleyişi anlamında yorumlama yolunda
değilim; matematiği dünyası ve o dünyada yaşayan insanlarla birlikte kavramak
istiyorum. Buna çalışıyorum. Matematikçiler benim hep ilgimi çekmiştir.
Şairler, ressamlar nasıl ilgimi çekmişse, matematikçiler de çok ilgimi
çekmiştir. Nedenini açıklamaya çalışayım. Ne var matematikçilikte, matematikçi
olmak neye benzer, matematikçi gibi yaşamak diye bir yaşama biçimi var
mıdır? Ben olduğunu düşünürüm. Bir insanın matematikçi olmasının (tabi
istisnalar olabilir haklı olarak itirazda edebilirsiniz. Bu konuşmam bitiği
zaman) belli bir dünyada, belli bir tarzda yaşamasıyla çok yakından ilgili
olduğunu düşünüyorum. Dünyalardan söz etmiştim ya, bu konuşmamın başında,
bu dünyalardan dördünü açıklamaya çalışayım size. Matemetiğin nerede olduğunu,
bu dünyalar arası ilişkilerden anlatmaya çabalayayım.
Birinci dünya, hepimizin ortak olduğu dünya. Şimdi şu oturduğunuz koltuklar,
işte benim sesim, benim görüntüm, buna birinci dünya diyoruz. Fiziksel
bir dünyadır ve ortak bir dünyadır. Bu dünyayı yitirdiğiniz zaman mahvolursunuz;
zaten bir çok akıl hastalıklarında bu dünya yitiyor, başkalarıyla ortak
yaşama dünyasını kaybediyorsunuz ve ozaman tüm çevrenizle ve öteki insanlarla
ilişkiniz kopuyor. Onun için ruh sağlığı, düşünce sağlığı açısından, birinci
dünyayı, her nekadar çok dalgın, kendinden geçmiş bir insan olsanız da
yitirmemeniz gerekiyor. Eskiden yitiren insanlar olurmuş. Büyük alimler.
Mesela, bir profösör odasından çıkıyor, evini bulamıyor birtürlü. Kafası
o kadar dalgın, o kadar kendini gömmüş ki uğraştığı düşünsel sorunlara.
Şimdi akademik hayatta böyle insanlar göremiyorum. Tersine, öyle uyanık,
iş bitirici, anasının gözü insanlar sarmış akademik yaşamı. "Acaba
ben buradan kaç makale çıkartabilirim?" En iyi doktora tezi olabilecek
konuyu nasıl bulabilirim?" "Hangi hocanın yanına gitsem de bir
makale çıkarsam, bir yerden birşeyler kapsam" diyen insanlar dolaşıyor
üniversitelerde. Büyük bir değişme var akademik hayatta, birinci düyaya
karşı. Yanlızca matematikçilerde değil, bütün akademisyenlerde, birinci
dünyanın çok yoğun çalıştığını görüyoruz. Oysa birinci dünyada
değil matematik. Bu dünyada matematik yok. Bu dünyada sayı yok.
(Bu dünyada kavramlar yok! Hiçbir kavram yok!). Bu dünyada 3 tane kiraz
var, 3 tane hıyar var, 3 tane araba var ama 3 yok. 3'ün olmayışı diğer
sayıların da olmadığını gösteriyor. 3 yoksa diğer sayılar nasıl olacak,
kök 2 nasıl olacak veya kökiçinde eksi 1 nasıl olacak, sayılar yok bu
dünyada, demek ki matematik bu dünyada değil. Yani, bu dünyada matematiğin
hiç bir nesnesine dokunamıyor, matematiğin hiç bir nesnesini öpemiyorum.
"Üçgenim gel canım benim!" diyemiyorum. Böyle bir üçgen nerede?
Yok ki.! Çizebilirim kağıdın üzerine ama, o çizdiğim üçgen değildir. O
üçgenin resmidir. Üçgenle üçgenin resmini karıştırmamak gerekir. Çünkü
bir doğru parçasını, geometri kitaplarının yazdığına göre çizmeye kalksam,
aslında o çizdiğim muhakkak kalınlığı olan bir şey olmak zorunda olduğu
için, tanım gereği doğru parçası olamaz. Çünkü ben doğru parçasına büyüteçle
veya mikroskopla baktığım zaman resimdeki kağıt üzerinde bir sürü tırtıl
göreceğim. Girintiler çıkıntılar gözleyeceğim.Kağıt üzerinde çizdiğim
şekil, matematikçinin kafasındaki doğru parçasına benzemiyor. Demek ki
doğru parçası yok. Demek ki matematiğin hiçbir nesnesi birinci
dünyada yok. Demek ki matematikçiler, olmayan seylerin peşinde
kaptırmışlar habire onlarla uğraşıyorlar. Bunların hiç bir nesnesi yok.
Bayağı bir düşündürücü birşey. Demek ki bu dünyanın dışında başka bir
dünya olmalı ki( ahiret anlamında söylemiyorum ama!), öyle bir başka dünya
olmalı ki, orada bu matematiksel nesneler olmalı; bu dünyanın ortak birinci
dünyayla bir ilişki biçimi, haberleşme tarzı bulunması gerekir. İşte bu
matematikçilerin yaşadığı dünyaya gidiş yollarından birisi,bu haberleşmeyi
başarmakla olanaklı. Bunları anlatıyorum, çünkü matematik eğitimi
açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben gerçi matematikçi
değilim ama, hayatımın bir döneminde, genç yaşımda matematik dersleri
verdim, uzun yıllar 10 yıl kadar, orta öğretim düzeyinde, üniversiteye
hazırlık derslerinde deneyimler edindim. Elimde çanta ile zengin çocukların
evlerine gider İstanbul 'da Şişli'de, o zamanlar sosyetenin oturduğu Levent'de,
şımarık, kendini bilmez öğrencilere örneğin Pisagor teoreminin ispatını
öğretmeye çalışırdım, olasılık hesabından söz ederdim. Ama bütün bu deneyimler,hele
o yıllar doktora tezim için gerçekleştirdiğim mantıksal düşünmenin fenomenolojisi
ilgili çalışmalarımla birleşince bana matematiğin nasıl bir insan etkinliği
olduğu konusunda görüş kazandırdı, kafamda matematiğin yapısıyla ilgili
sorularla dolaştım yıllarca; matemetik eğitimindeki sıkıntılar üstüne
düşünmeye çalıştım. Ben içinizdeki değerli hocalara birşey söyleyecek
durumda değilim. 'Tereciye tere satmak' bizim kültürümüzde çok ayıp birşeydir.
Kendi birikimimlerimi aktarmak istiyorum bu dünya teorisi yardımıyla.
Birinci dünya ortak bir dünyadır ama, ikinci dünya, psikolojik bir dünya
diyebileceğimiz bir dünyadır. Bu dünya, ortak olma özelliğini kimi zaman
taşır kimi zaman taşımaz. Eğer yanımdaki bir arkadaşımla aynı duyguyu
paylaşıyorsam, ikinci dünyamızda ortaklık olduğu söylenebilir. Gerçi,
nereden bileceğiz aynı duyguyu taşıdığımızı soruları filan var ama oralara
girmek istemiyorum. Birbirimizin gözlerinin içine bakıyoruz; bahar gelmiş,sevgilimle
elele tutuşmuşuz, herhalde aynı ikinci dünyayı paylaşıyoruz. Kalpleri
aynı dünyada, birinci dünyaları da ortak, ikinci dünyaları da. Nekadar
güzel! Şimdi, matematik dünyasına girebilmek için, bu psikolojik dünyanın
içinde uygun bir tavırla yaşayabilmek gerekiyor. Yani
ikinci dünyası müsait olmayan insanların matematik özürlü
insanlar olduğunu çok rahat görebilirsiniz. Yani bazı insanlar var ki
(ben öğrencilerimde de görmüşümdür!) mümkün değil, kafasının matematiğe
basması. Yani, matematik geçirmez bir kafayla dolaşıyor,
hiçbir şekilde geçmesi mümkün değil kafasına matematiğin; sınıflarını
geçebilir, hatta korkarım matematik öğretmeni bile olabilir, ezberleyerek,
hiç anlamadan. İkinci dünyanın olması demek şu demek,yaşamdan örneklerle
açıklaya çalışırsam: Matematik nesneler bu dünyada olmadığı için sizin
maç seyreder gibi matematiksel ilişkileri seyretme olanağınız yok. Onun
için maça giden bir insanın ikincidünyası, Fenerbahçeli veya Galatasaraylı
olması gibi sevinçlerle coşkularla arzularla umutlarla dolu olabilir ama,
bu psikolojik eğilim ve tutumla siz,matematikçinin varması gereken dünyaya
varamazsınız. Başka bir ikinci dünya yaşayışı gerekiyor,
yani başka bir ruh hali, başka bir tutum gerekiyor. İşte bu, malesef bizim
eğitim sistemimizde pek sözü edilmeyen çok fazla tartışılmayan bir şeydir.
Matematik eğitimi açısından çok önemli bir soru da şu: Genç bir
insanın. bir matematik gönüllüsünün, bir matematik aşığının, ikinci dünyasıyla
nasıl bir ilişkiye geçmeliyim ki, o matematiksel problemlerin dünyasına
(ki ben ona dördüncü dünya diyeceğim), dördüncü dünyaya geçebilsin?
Nasıl bir yoğunlaşma, nasıl bir heyecan, nasıl bir ilgi olmalı ki, matematiği
seven,matematiğe kendini vermek isteyen genç insanlar, matematiğin nesneleri
ile karşı karşıya gelebilsinler onlarla ilişkiye geçebilsinler?. Gödel
diye bir Matematikçi ve çok ünlü bir mantıkçı var. Aynı zamanda felsefeci
olan birisidir. Gödel, tıpkı bizim birinci dünyada örneğin bu su şişesini
gördüğümüz gibi matematik nesneleri gördüğünü söylerdi. Nasıl sizin önünüzde
masa, perde varsa onun da önünde sayılar veya geometrik nesneler, neyse
uğraştığı problemler, sanki çok somut cisimler gibi duruyormuş. Ben geometri
alanında çalışan biriysem, eğer ikinci dünyam uygunsa, bir yoğunlaşma
ve kendimi toparlama ile matematiksel soyut düşünmeye doğru kendimi ruhsal
olarak hazırlama gerekliliğini yerine getirebilmişsem, matematiksel nesneler
dünyasına çok kolay çıkabiliyorum. Yoksa, sıçrayıp sıçrayıp yere düşen
birine benzersiniz.Hani yüksek bir duvar vardır da boyunuz yetmez sıçrar
biraz yükselir azıcık birşey görür tekrar yer çekiminden dolayı düşersiniz.
Belkide çoğumuz öyleyiz; ikinci dünya uygun olamadığı için matematik problemlerinin
ve konularının azıcığını görüyoruz! Hah, tam göreceğiz, anlayacağız derken,
aşağıya düşüyoruz. Bir daha çıkmak için, ne yapmak gerekir? Herhalde bu
ikinci dünya dediğim psikolojik dünyanın, nörolojik ve fizyolojik temelleri
de var. Bazı insanların beyin yapıları, sinir sistemleri, vücut yapıları,
beyin beden bütünlüğü, aldığı eğitim ve çevresiyle olan ilişkisi, kişiliği,
duygusal yapısı matematik dünyaya girmeye çok uygun olabiliyor. Bunlar
çok uzun süre soyut alemde matematiksel dünyada dördüncü dünyada yaşayabiliyorlar.
Çünkü 3 sayısı oradadır diye düşünüyorum. Bu Platoncu bir düşüncedir,
eleştirebilirsiniz aslında bu dünyalar teorisini. Ama matematik
öğretimi konusunda bir fikir verdiği ve iyi bir model olduğunu düşündüğüm
için, bu teoriyi savunuyorum. Eğer ikinci dünyanız uygunsa, yani
kendinizi çok iyi hazırlamışsanız psikolojik olarak, ilişkileriniz açısından,
yoğunlaşma gücü açısından, bedeniniz açısından,matematiğin dünyasına ulaşıp,orada
gücünüz oranında yaşayabilirsiniz. Kimi zaman, yoğunlaşabilmek için ilaç
almak gerekebilir.Çünkü aklınız dağılıverir. Tam probleme oturuyorsunuz,
dışardan bir müzik çalıyor veya maç var, bu problemi biraz sonra çözeyim
bir maç seyredeyim diyorsun ama, maçı seyrettikten sonra dördüncü dünyaya
çıkma gücünüz kayboluyor. Gitmiş,ikinci.dünyadaki o hazırlık ortadan kalkmış!
Bu neye benziyor, sanki savaş hazırlığı gibi birşey. Cephane, silah, hertürlü
lojistik destek olacak ki cepheye, yani o matematiksel nesnelerin olduğu
alana çıkış yapabilelim. İşte dördüncü dünya dediğim bu alan, üçgenin,
sayıların matematiksel ilişkilerin, kümelerin, fonksiyonların, limitlerin,
türevlerin, integrallerin, olduğu bir dünyadır. Gönül istiyor ki, orada
matematikçiler o dünyaya rahat rahat girsinler, o dünyada, bir kaşif gibi,
bir gezgin gibi dolaşabilsinler ve matematiksel nesneleri görsünler, tanısınlar,
anlasınlar, ilişkileri kavrasınlar, daha önce fakedilmemiş ilişkileri
görsünler, başarılamamaş ispatları yapabilsinler. Yeni ilişkiler, yeni
matematiksel gezi ve keşif alanları görebilsinler. Dördüncü dünyada da
(bu dünya düşüncesini kabul ediyorsanız) belki keşfedilmemiş birsürü şey
duruyor bizim keşfimizi bekleyen. Demek ki matematikçi, bir anlamada bir
kaşiftir, tıpkı Amerika Kıtasını pusula, harita falan olmadan okyanusu
aşarak bulmaya çalışan, türlü zorlukların üstesinden gelmeye uğraşan kaşıfler
gibi. Çok büyük tehlikeler karşımızda duruyor. Çok büyük yanlışlar yapabiliriz,
anladığımızı sanabiliriz ama ikinci dünyanın oyununa gelebiliriz. İspat
ettiğimizi sanırız. 3 gün sonra anlarız ki ispat değilmiş bu, büyük bir
"wishful Thinking" imiş. Öyle olsun istemişiz,öyle yapmışız.
Bu durumu ben derslerimde görüyorum. Matematik dersi vermiyorum ama mantık
dersi veriyorum. Öğrencilere ispat soruyorsunuz (onların psikolojilerini
incelemek lazım). İspat edilecek teorem için ona ispatını adım adım gerçekleştireceği
aksiyomatik bir sistem sunuyorsunuz.. Bu ispatı yaparken öğrenci bir adımda
takılıyor. Şimdi nasıl çıkacak işin içinden de, bir sonraki adıma gelecek?
İkinci dünyasının burada o kadar hazır olması lazım ki, ikinci. dünya
onu fırlatsın dörde, dörtte bulacak hangi adımın atılması gerektiğini.
Ama ikinci dünya uygun değil,örneğin kafası dağınık. O gün ya çişi gelmiş,
ya da başka birşey; birtürlü çözemiyor, tırnaklarını yiyor çocuk, çok
acı çekiyor, bir satır yazamıyor. Ozaman garip birşey oluyor. Belki öğretmen
arkadaşlar kendileri de gözlemiştir. Orada çocuk inanılmaz bir satır uyduruyor.
Çölde serap görmüş gibi, bir satır uyduruyor ve ondan sonra hemen başka
bir satıra geçiyor ve ispatı tamamlıyor. O tamamen uydurulmuş bir satırdır
ve o kadar güzel uyduruyor ki, o satırı koyduğu zaman ispat bitiyor. İnsan
kafası inanılmaz yanılgılarla dolu olabiliyor, ikinci dünyasını yaşarken;
matematik eğitimcileri olarak bu dünyayı iyi tanımak gerek. .
İkinci dünyalarımız, bizim hepimizin kendi bireysel dünyalarıdır. Kendi
kafamızın içindeki, kendi kalbimizin içindeki, kendi heyecnlarımız, kendi
dikkat gücümüz, kendi kıskançlıklarımız beklentilerimiz falandır. Ama
üçüncü dünyamız ortak heyecanlar alanı olan dünyadır. Buna ben Türkçeden
bir söz bulmak istiyorum. Buna matematiksel heyecan alanı
veya matematiksel aşk alanı veya matematiksel
aşk dünyası diyebilirsiniz. Sanıyorum birçok arkadaşımızda bu
üçüncü dünya yoktur. Yani ikiden dörde sıçrıyorlar. Bu ne demek? yaptıklarından
aşk duymuyorlar. "Burada bir ispat var, bunu yapacağız; bir problem
var bunu çözeceğiz. Sınıfını geçmek için bunu yapacaksın. Biran önce bu
ispatı yapalım da yemeğe gidelim veya maç seyredelim" sözleriyle
örnekleyebileceğimiz, memur kafalı matematikçi tipini
sorgulamak gerekir. Dördüncü dünyaya ikiden sıçrayabilen, kurnaz, iş bilir,
heyacansız insanların üçüncü dünyasızlığının matematik eğitimini olumsuz
yönden etkilediğini düşünüyorum.Bir matematikçi düşünün ki aşk dünyası
yok arkadaşlar! Olması gerekir mi gerekmez mi? Onu da sizlerle tartışmak
isterim. Bunu yalnız matematikçiler için söylemiyorum. Her akademik alanda,
her entellektüel çabada, sanatta da böyledir. Memur şair vardır. Bir de
aşk dolu şair vardır. Memur fizikçi vardır. Memur fizikçi zeki adamdır
işte, ikinci dünyası çok uygundur. Ordan dörde geçip birşeyler yazar.
Oradan onu profesör yaparlar. Bilmem hangi kurumun başkanı olur. Ama,
fizik apayrı birşeydir. Fiziği içinde duyabilmenin, ve onun heyecanıyla
dördüncü. dünyaya gidebilmenin coşkusuyla yaşama alanı işte üçüncü alan.
Bence eğitimde hem iki hem üç çok önemlidir. O yüzden matematik eğitiminde
öğretmenlerin böyle dünyaların varlığını öğrenciler aktarması gerekir.
Kavanoz
dibi gibi gözlüklerini takmış, heyecansız, anlamsız bakan gözleriyle bana
matematiği zehir eden hocalarım oldu. Kaşları çatık, garip şeyler yazıyor
tahtaya. Ondan sonra korkarak bir soru sorduğum zaman azarlıyor. "Aptal
bunu görmüyor musun? Bunu anlamayandan matematikçi mi olur? " "Allah
Allah" diyordum kendi kendime, "ne ilahi birşey bu matematik,
herhalde bizim buna aklımızın ermesi mümkün değil". İkinci dünyam
böylelikle depremlerle dolu oluyor, yaralar alıyor. Ben belki, o yanlış
ve hasta hocam olmasaydı dördüncü dünyaya çıkabilecektim. İkinci dünyamı
biraz okşasaydı. Bana sevdirseydi matematiği, üçüncü dünyayla tanıştırabilseydi;
örneğin "sen vasat zekalı birine benziyorsun ama fena da bir adam
değilsin. Şunu şunu çözebiliyorsun" deseydi; belki argo deyimle beni
gaza getirseydi, belki çok büyük bir matematikçi olamazdım ama, matematik
aşığı olup dolanıp dururdum. Heyecan duyardım, belki bazı insanlara: "Matematik
var ya acaıp bir dünya; şiiri filan bırakın da matematikle uğraşın. Neden
müzik dinliyorsunuz? Bakın size korkunç heyacanlı matematik problemleri
getireceğim, bir başlayın şiir kitabı okumuş gibi, müzik dinlemiş gibi,
ciltlerle roman okumuş gibi olursunuz;matematiği bir sanat yapıtını yaşar
gibi yaşayabilirsiniz. Çünkü, bu dünya uzak bir dünya değildir. Bu dünya
korkunç bir dünya değildir" diyerek üçüncü dünyayla tanıştırmak isterdim
onları. Bu konuda bir çok arkadaş bir çok kitap yazıyor. Gerçekten matematikle
yaşamayı sevdirmek gerekiyor. Çünkü bu dördüncü dünyaya çıkabilme, soyut
kavramlar dünyasına çıkabilmek demektir. Dördüncü dünya, yalnızca matematik
alanını kapsamıyor. Bunda her türlü soyut düşünce, hertürlü kuramsal düşünce
vardır. İşte bu dünyaya çıkabilecek insanlarımızın olması, bizim kültürümüzün
zenginleşmesi ve genişlemesi demektir. Biz de bu dünyaya çok değerli ve
yaratıcı bilim adamları armağan edebiliriz. Bizde bu donanıma sahip insanlar
olduğuna inanıyorum. İkinci dünyası uygun çok genç insanımız var. Ama
biz üçüncü dünyayı onlara duyaramadığımız için, o heyecanı, o aşkı, o
coşkuyu veremeyip, o teşviki, o yardımı yapamadığımız, hep bir memur gibi
çalıştığımız için, hep soruna dar kafalı baktığımız için, kendi ruh alemimizi
çok iyi tanımadığımız, tanıyamadığımız için, gençlere bilgilerimizi aktarırken
bu hastalıklı yanımızı da aktarmış oluyoruz. Kendi komplekslerimizi, aşağılık
duygularımızı, yalnızlığımızı, çaresizliğimizi, matematik öğretirken çocuğun
yüzüne vurmuş oluyoruz. Bunu çoğunlukla farkına varmadan yapıyoruz. Bir
eğitimcinin buna çok dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü çok az insanın başarabileceği
ve çok az insanın girebileceği bir dünya gibi gösterirsek. dördüncü dünyayı,
bu dünyaya giremiyenleri de sürekli olarak aşağılarsak, küçümsersek ve
bu eğitimcilik olmaz. Herhalde matematiğe yapılmış çok büyük kötülük olur
diye düşünüyorum.
Üçüncü dünyanın heyacanını yansıtacak matematik tarihinden,matematikçilerin
hayatından örnekler sunabilir, matematik eğiticisi. Bunları ders kitapları
yazmıyor, ders kitapları sadece ispatın sonucunu yazıyor ama bu ispata
giden insan neler çekmiş, hangi duygulardan, ne gibi fırtınalardan, ne
gibi çabalardan, yorgunluklardan, çilelerden geçtikten sonra bu ispatı
yapabilmiş bunu anlatabilirsiniz. Bunu anlayabilir karşıdaki ve matematiği
sevebilir. Matematik bir insan etkinliği, herhangi biri, vasat zekalıda
olsa matematiği anlar, onu sevebilir, yaşamına belli bir ölçüde matematiği
katabilir. Matematiğin dördüncü dünyasına saygı duyabilir. Matematikle
hayatını ve yaşadığı evreni anlamaya çalışabilir.. Kainatı ve hayatı anlamak,
matematiği anlamaktan geçiyor belki. İnsanlar arasındaki iletişim sorunlarını
çözebilecek uygun bir dili, belki matematik dili ile insanlar bulacak.
Henüz böyle bir dil, şu andaki matematik bilgimizle olanaklı gözükmüyor,
belki bir gün gelecek matematik o kadar gelişecek ki, eğitilmesi ve öğrenilmesi
o kadar kolay olacak ki, insanlar birbirleriyle matematik dili ile konuşacaklar,
bütün dünyanın ortak dili belki de matematik olacak.
Summary
HOW TO ENJOY MATHEMATICS THROUGH COMPREHENDING ITS ONTOLOGY
To venture an expedition towards the wonderland of mathematics as a philosopher,one
needs to consider at least four different "worlds", in somewhat
Popperian sense. Starting from the physical world, through proper adjustments
in our psychological world, we may arrive at the so called "world
of mathematical aspiration". By the help of this third world, world
of aspiration, acquiring "erotic energy" ("erotic"
in Platonic sense!), we may reach the fourth world, "world of mathematical
objects".
This picture of four worlds of mathematics can be useful to find new ways
to teaching mathematics, it may allow us to convey abstract concepts of
mathematics to the students.
Philosophically speaking, the picture may pave the way to understand the
ontological ground of mathematical thinking.
|
|
|