|
|
NEYİMİZİ KORUMALIYIZ?
Prof.
Dr. Ahmet İNAM
Neyimizi korumalıyız? Elbette kendimizi. Hangi kendimizi? Nasıl? Sürekli
yenilenen, canlı, köklerinden kopmamış kendimizi. Hangi kendimizi? Sürekli
yorumlanan, geleceğe açık kendimizi.
Kendimizi geçmişten geleceğe korumak. Nedir korumak? Korumak, tazelenmemizi,
canlılığı, yaratmayı gerektirir. Tutarak geliştirmeyi, geçmişten geleceğe
açılmayı. Geçmişle geleceğe, geçmişi yorumlayarak geleceğe.
Ne var korunacak kültürümüzde? Edep. Önce edep. Edep,
bizi geçmişe çağıran. Bizi köklere bağlayan. Bizi insana saygıya çağıran.
Edep. Canlı mahluklara. Sonra: Emânet. Cümle mahlukat
bize emânet. Karıncalar. Bulutlar. Dereler. Toprak. Su. Okyanus.
Hayatı korumalıyız. Cânı. Canlılığı. Çünkü, cân bize emânettir.
Hayat bize emânet, cânan emânettir. Sahibi değiliz hiçbir şeyin.
Hiçbir şey mülkümüz değildir; mutlak değildir, gelip geçicidir. Bu geçiciliğe,
bu fâniliğe, zamansallığa açık olmalıyız. Hayat kimsenin mülkünde değil.
Her kesin hayata sahip olma, cânını yaşama hakkı var. Herkesin kendini
gerçekleştirmeye, donmuşluğa, dondurulmuşluğa isyan etme hakkı var. Emânet
kavramı, mutlaklığa, dogmacılığa, zaman ötesi her türlü anlayışa karşı
çıkan temel bir görüşü yansıtıyor.
Edebimizle, emâneti devraldık. Dünya emanettir ve biz gurbetteyiz,
gurbette bir garip. Gurbetteyiz çünkü, gurbet, dünyaya kazık çakıp, mülklenmemizi,
"burası benim" diyerek dayatmamızı engeller. Uzağım. Gurbetteyim.
Hiçbir yer benim değil. Öyleyse, edebimizi, emanetimizi, gurbetimizi
korumalıyız. Gurbet bizi bencillikten, dünyaya sahiplenme duygusundan
arındıracak. Kendimizi aramamıza, yuvamızı, evimizi bulmamıza katkıda
bulunacak. Elbette edebimiz, emanetimiz, gurbetimiz korunmalı. Peki, bu
korunan edeple, emanetimizin üzerine titrerken gurbetten sılamızı arayarak,
sılamızın yoluna düşmüşken gücümüzü nereden alacağız? Gücümüzün kaynağı
gönlümüz. Gönlümüzü ortaya koyup, gönlümüzü diri tutarak gönlümüzü
yaşayacağız.
Nelerimizi korumalıyız? Nasıl korumalıyız? Değerlerimizi, bizi biz kılanı.
Kendimizi korumalıyız. Dondurarak, mutlaklaştırarak değil. Dönüştürerek.
Değiştirerek. Can katarak. Geleceğe taşıyarak. Bizde olanı icad ederek.
Derinlikler kuyumuzdan, geçmişimizi geleceğe çekerek.
Neden korumalıyız? İnsanız da ondan. Korumak, hayatı korumaktır, ölümü
değil. Ölüm hayatın öbür yüzüdür gerçi; çatışma, kavga da bir diğer yüzü.
Çatışmayı, kavgayı sabrımızı, direncimizi korumalıyız. Yılgınlıktan vazgeçmek
için. Kendimizi, insanı, canlılığın bir öğesi olarak korumalıyız.
Dostluklar, sevgi. Elbette korunmalı. Ama yeni anlamlarıyla. Devşirdiğimiz,
geçmişten kattığımız anlamlarıyla. Tutmak, çıkmak için olmalı. Kendimizden
çıkmak için. Kendimizden, kendimizle çıkmak için.
Alışkanlıklarımızı sürdürmek geçmişimize rahatça, kolayca sırtımızı dayamak
için değil. Geçmişe kapanmak, geçmişe tapınmak için değil. Geçmiş de önümüzde
bir gelecek olarak durur. Onu keşfetmek için yola düşeriz. Geçmiş bizde
bitmiş geçmiş değildir.
Korumak, yangından mal kaçırmak değildir. Çağ, yangını olan bir çağ olsa
da. Koruyan, sabırla itfaiyecidir. Yangına körükle gitmez, yangına yürekle
gider.
Bilimi korumalıyız. Sanatı. Düşünme çabasını. Nasıl korunur bunlar? Yaratıcı
olunarak. İnsan gibi yaratıcı.
Korumayı korumalıyız. Korunacak hiçbir değerimiz yok düşüncesinden kurtulma
çabalarını korumalıyız.
"Bırakalım korunacak ne varsa, kendi kendine korunur" görüşünü
koruyabilir miyiz? Korumanın bir doğurma, bir meydana getirme, bir başlama
olduğunu unutmamak gerekir. Yaşamak korumaktır. Hücre kendi bütünlüğünü
koruyabildiği için yaşıyor. Beden, organlarının, dokularının arasındaki
uyumu koruyabildiği için.
Ancak, dolu dolu olanlar, ancak kendi gönlüyle yaşayabilenler, ancak geleceğe
ufku, geleceğe yolu olanlar koruyabilirler.
Ancak değişebilenler koruyabilir.
Stuttgard,
Aralık 2003
|
|
|