|
ODTÜ
Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Ahmet İnam 98'den beri Doğu-Batı
ve Hece dergilerinde yayınlanan makalelerini 'Dolanmalar' adlı
kitapta topladı. Hece Yayınları arasından çıkan kitapta yazarın
Türkiye'de Türk düşüncesi ve Türk edebiyatıyla ilgili düşünceleri
yer alıyor. Araştırmalarını bir 'yolculuk' olarak nitelendiren
İnam'a göre 'Dolanmalar' bu yolculuk içerisindeki duraklardan
biri. Dolanma kelimesinin Türkçe'deki farklı çağrışımlarından
etkilenen yazar, değişik dünyalarda yapılan 'dolanmalar'la, düşüncelerin
birbirlerine 'dolanma'sını kitabın ana çerçevesi olarak belirlediğinden
kitabına bu adı vermiş. 1963 yılından bu yana dergilerde şiir,
deneme, öykü ve eleştiriler yazan İnam, mantık ve bilim felsefesinin
yanında, matematik felsefesi, sosyal bilimler felsefesi, çevre
ve teknolojileri felsefesi, tarih felsefesi, ahlak felsefesi gibi
birçok alanda yaptığı çalışmalarla biliniyor. Ahmet İnam, geniş
bir alanı kapsayan bu çalışmalarını, 'Gönül Felsefesi' adını verdiği
bir araştırmayla aynı paydada topluyor.
Düşünmek cesaret ister.
Yobazlık
üzerine yaptığınız tespitler ilginç. "İç ve dış yolculuk
açısından, kültürümüzde yobaz olmamak çok zor. Dış yolculuk teknoloji
ve bilim olmuş; iç yolculuksa mantık ve akıl.." diyorsunuz.
Bunu biraz açmanızı isteyeceğim...
|
Şu anda Türkiye'de ve dünyada yaşayan ve düşündüğünü söyleyen
insanların tamamına yakın kısmının yobaz olduğunu düşünüyorum.
Düşünmeye başladıkları zaman bir tembellik sonucu insanlar, düşüncesinin
götürdüğü yere gitmiyorlar. Gitmek istedikleri yere düşüncelerini
götürüyorlar. Bu yobazlıktır. Onlar için düşünme bir serüven,
bir seyir, bir sefer olmaktan çok önceden konulmuş bir hedefe
ve mümkün olan en hızlı vasıtayla yapılmış bir nakliyat oluyor
ve maalesef kendi araştırmaları ve düşünme süreleri içinde yeni
keşifler yapamıyorlar. Zaten baştan istedikleri yere gidiyorlar.
Bu da onları bilgi olarak da düşünce olarak da sınırlıyor. Düşünmek
bir cesarettir ve tehlikedir bunu insanlar galiba bilmiyorlar.
Düşünmenin çok konforlu, çok rahat birşey olduğunu sanıyorlar.
Düşünme, yola kendimizi tamamen bırakmak demektir ve bizi götürdüğü
yere gidebilme cesaretini gösterebilmek demektir. Çağımda böyle
insanlar göremiyorum. Gerek bizim ülkemizde gerek dışarıda. Böyle
cesur düşünen insanlar göremiyorum.
Aydınlarımızın
fikir üretimi konusunda sıkıntılı olduğu söz konusu ediliyor.
Fikirler telif değil, tercüme. Türk entelijansiyasının bugün en
temel sorununun bu olduğu söylenebilir mi?
Çok doğru. İnanılmaz bir tercüme okuma eğilimi var ve bu tercümeleri
satan insanlar da hangisinin daha çok satacağını, düşünen kafaların
hangi düşüncelerle gıdıklanacağını, uyarılacağını, yönlendirileceğini
hesap edip ona göre tercüme yapıyorlar. Dolayısıyla okuma yazma
bilen birçok insan da bu tercümelerin peşine körü körüne düşüyor
maalesef. O yüzden kendi kültürümüzden kaynaklanan etkili, çarpıcı
ve bütün insanları ilgilendirebilecek düşünceleri üretmekte başarılı
olamıyoruz. Ancak taklit edebiliyoruz.
Edebiyatın yaşantımızdaki yeriyle ilgili sıkıntı olduğundan
bahsediyor, edebiyatın edebiyatını yitirdiğini söylüyorsunuz.
Bunun felsefe ile de ilgisi var mı, ya da felsefenin yaşantımızdaki
yeri ile ilgili bir sıkıntı var mı?
Bunlar içiçe zaten. Ben edebiyatın edebinin bozulduğunu düşünüyorum.
Şu manada edepsizlik; okuru sömürmeye dayalı bir yazma biçimi
bir çeşit teknisyenlik ve tezgahtarlık yapılıyor. Bu da yazan
insanların kendi gönlüyle yolculuğa çıkmasını engelleyen, kurnazca
yapılmış bir şeydir. Birçok değersiz insanın çok büyük yazar olarak
takdim edilebildiği, kitaplarının çok fazla satılabildiği bir
çağda yaşamaktayız, edebiyat alanına ticaret hakim. Bu çok tehlikeli.
Batı'nın tekessür ettiğini gösteren bir şey ama aynı zamanda hâlâ
bizim de şuurlanamadığımızı gösteren bir şey. Biz çok fazla mukallit
bir kültür olduk. Tabii bizim kültürümüzün köklerinde öyle bir
temayül vardır. Çok kolay uyum sağlayan bir kültürüz, hayatın
zorluklarına karşı. Ama bu bizim taklitçi olmamızı gerektiren
bir şey değildir. Çünkü geçmişte çok güzel şeyler yapabildik.
İslamiyet'le kavuştuğumuzda Yesevi'lerin, Yunus'ların eserlerini
takip eden insanların da kendi hayatına dair çok anlamlı eserler
meydana getirdiğini görebildik. Ama maalesef Batı enayiliği hâlâ
sürmekte. Garip biçimde aşağılık duygusu duyuyoruz Batı karşısında.
Buna bağlı büyük bir öfkemiz de var. Ama bunlar bizi kendimizi
keşfe götüren şeyler değil. Kendimizi bulabilmemiz için kendimize
güvenmemiz ve köklerimizi keşif için yola çıkmamız lazım. Geç
kalmakta olduğumuzu hissediyorum.
Felsefeciler felsefeyi yanlış anlıyor.
Batı felsefesinin bu kadar uzağında durmayı tercih etmenizdeki
sebep nedir?
Ben felsefeyi şöyle anlıyorum. Felsefe kesinlikle insanın hayatıyla
ilgili. Felsefeyi birçok felsefeci arkadaşımız hem Türkiye'de
hem dünyada çok teknik bir şey olarak anlıyor ve akademik bir
çalışma olarak görüyorlar. Bir bakıma haklıdırlar ama felsefe
bizim kültürümüz açısından bakıldığında başka bir şey ifade ediyor.
Yani felsefenin bu kültürle olan ilişkisini yeni baştan gözden
geçirmek gerektiğini düşünüyorum. Onun için ben de Batı'da çok
yerleşmiş olan akademik felsefe yapma biçimlerinden, kendi yazma
serüvenim içinde uzak kalmaya çalışıyorum. Bu felsefeyle ilgilenmediğim
anlamına gelmez. Zaten hoca olarak bu işin içindeyim. Ama çok
alışılmış basma kalıp birtakım şeyler yazıp "felsefe budur"
demek de gücüme gidiyor. Çünkü bu kültüre ait yepyeni bir felsefe
yapma yükümlülüğümüzün olduğumuzu düşünüyorum. Bunu yapamamak
beni üzüyor ve bu arayıştan dolayı da biraz alışılagelen felsefe
yapma biçimlerinden uzağım.
Yazmak benim için mukaddes bir eylem.
Yazarken bilgisayar kullanmayı tercih etmediğinizi biliyoruz.
Bunun sebebi teknolojiyi araya sokmamak isteyişiniz mi?
Ben aslında bir mühendisim, eğitim olarak teknolojiyle yakından
ilgili biriyim ama yazmak benim için mukaddes bir eylem. Daktiloyla
yazarken de çok ıstırap çekerdim. Çünkü kalemin kağıt üzerine
sürtünüşünün çok manalı bir şey olduğunu düşünüyorum. Kağıda kalemin
doğrudan dokunduğunu bir zemin üzerinde düşünce ve duygularımın
görünmesi bana daha fazla heyecan ve enerji veriyor. Maalesef
o arada araya soğuk bir ekranın girmesine tahammül edemiyorum
ama mecbur kaldığım zaman onu da yazmak durumundayım.
'Felsefem hayatımdan çıkacak'
"Köklerimizden ve Türkçe'den neşet eden bir 'Gönül Felsefesi'
yapmak istiyorum. Dolaylı bir biçimde de yapıyorum. Edebiyatı,
edebiyatın değişik alanlarını, bilimi, tarihi, sosyal ve tabiat
bilimlerini içine alan çok geniş bir dolanma alanımın olduğunu
ve bunları ihata edebilecek düşüncelerimin de hayatımdan çıkacağını
düşünüyorum. Yani meydana getirmeyi düşündüğüm felsefe, hayatımdan
çıkacak bir felsefe olacak. Ben neye benziyorsam felsefem de biraz
ona benzeyecek. Hayatım tamamen ona adanmıştır. Sanıyorum bitiremeyeceğim
ama yaşadığım süre içerisinde yaptıklarımla, benden sonra bu yolu
takip etmeyi düşünen insanlar olursa onlara birkaç ipucu veren
işler yapmak istiyorum. Çünkü bu ülkeye, bu kültüre borçluyum
ve borcumu da böyle ödemeye çalışıyorum.
|