|
|
DEĞERLERİN DEĞMESİ
Ahmet
İNAM
Konuşmam dört ana bölümden oluşacak. Önce, değerden ne anladığımı kısaca
fenomonolojik bir açıdan anlatmaya çalışacağım. Arka planda yine fenomonoloji
yorumu içinde Heidegger bulunuyor ona Nietzsche'yi de katabilirsiniz.
Sonra, değerlerin değerlenmesi konusunda felsefeye düşen görev nedir,
ikinci kısa bölümde bunu anlatacağım. Üçüncü bölümde, felsefenin değerleri
değerlendirmesi ödevini yaparken, çağımızdaki durum nedir, yaşadığımız
dünyanın değerlerinin durumu belli bir felsefi gözlükle bakıldığında ne
haldedir. Dördüncü ve son bölümde de, değerlerin yeniden değerlendirilmesi
için bir öneri sunacağım.
Değeri anlayabilmek için, anlamdan başlamak gerekir diye düşünüyorum.
Bu neden böyle; çünkü, insanın bu dünyadaki yaşantısından yola çıkmak
lazım. Dünyayı yaşantılayan bir varlık -yaşantı sözünü tecrübe, experience
anlamında kullanıyorum- olarak insanın yaşantısında, dünyayla yaşantısında,
dünyayı yaşantılamasında eksiklik var. Belki insanın bu gezegendeki varlığı,
bir canlı türü olarak, eksik. Dolayısıyla gerçekliği algılarken, tecrübe
ederken, yaşantılarken o duyu organları ve duyu organları üzerine yönelttiği
düşünceler, tam olanı olduğu gibi algılamasını, kavramasını engelliyor.
Bu eksikliği dolduran şeylerden biri anlamdır. Anlam, her tür yaşantının
içinde bulunan -eski bir deyimle, her tecrübeye mündemiç olan, onun içinde
bulunan, ona ilişkin olan- bir şeydir. Demek ki, anlamsız -biraz Kantçı
bir bakış, aslında kurcalarsanız- bir tecrübe mümkün değil insan için.
Biz, algıladığımız şeyleri hep bir şey olarak algılıyoruz. Dolayısıyla,
orada her algılama, her tecrübe faaliyetini, hatta bunun içerisinde beş
duyuyla algılamanın dışında da tecrübelerimizi katabiliriz, duygularımızı
katabiliriz, anımsamalarımızı katabiliriz, düşünmelerimizi katabiliriz,
arzu etmelerimizi katabiliriz, bunların içinde de, hep anlam süreci, anlam
işleyişi vardır. İşte, değerler bu anlamlar kümesinin belki bir alt kümesidir,
mantık diliyle yahut matematiksel bir dille söylersek. Demek ki, değerler
anlamlardır. Bunu gözetmezsek, değer algılarımızı, değer anlayışımızı
değerlendirirken yanlışlara düşebiliriz diye düşünüyorum. Anlamdan başlamak
lazım.
Dünyanın bize ne ifade ettiği, genel olarak söylenirse, dünyanın veya
yaşadığımız neyse, yaşantımızın nesnesi, o, anlamı oluşturuyor. Şimdi,
anlamlar karşısında sorumluluk duymaya başladığımızda, anlamları ahlak
yaşamımızda, anlamları birbirimizle olan ilişkimizde etkin biçimde kullanmaya
başladığımızda, anlamlar değerler haline dönüşüyor. Çok kabaca söylersek,
bilim estetik ve ahlak alanında bir şey üretme, meydana getirme, ile birbirimizle
olan birlikte yaşamalarımız içerisindeki anlamlar, değerleri oluşturuyor
diye düşünüyorum.
Felsefenin değerler karşısındaki durumu nedir; daha doğrusu, anlamlar
karşısında durumu nedir? Ben, yaşadığımız dünyada, insanın derin bir anlam
problemi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bununla ilişkili olarak bir
değer problemi yaşadığını. Anlam verme, Husserl'de Noêsis
olarak geçiyor, eski Yunanca olan bu deyimi kullanıyor, ben de oradan
çıkarak, noesiyatri diye bir sözcük önermiştim. İatreia
sağlık demek, noêsis de anlam vermek demek. Anlam sağlığı.
Anlamlarla insan hayatı sürüyor; çünkü, sağlıklı yaşam,sağlıklı anlamlarla
yürütülen yaşamdır. Ama, yaşadığımız dünyayla ilişkimizde, anlamları yaşantımızda
kullanışımızda ağır problemler oluşuyor. Bu tabiî, geçmişten getirdiğimiz
yüklerden kaynaklanıyor olabilir, devraldığımız kültürel mirastan kaynaklanıyor
olabilir, yaşadığımız düzenin, dünyanın işleyişinden kaynaklanıyor olabilir.
Dünyadaki başımıza gelen sorunlarımızı çözebilmek için yaşadıklarımız
anlamlarda problem var. Aslında, anlamlar yaşam sorunlarını çözmeye, sağlıklı
biçimde onlarla baş etmeye yaraması gerekirken, anlamların kendileri başımıza
bela olmaya başladı.
Bu zaman zaman insanlık tarihinde olagelen bir şey. Yepyeni bir olgu diye
de anlamamak lazım diye düşünüyorum. Biz, anlamlarla, hangi anlamlarla
nasıl yaşayacağımız konusunda yalnız Türkiyeli, Türk vatandaşları olarak
söylemiyorum, dünyadaki durum için söylüyorum, ağır problemlerle malul
olduğumuzu düşünüyorum. Değerler de, o anlam probleminin içine giren problemlerdir.
İmdi, felsefenin görevi, bu konuda değerleri ve anlamları yeniden anlamlandırmak,
deyim yerindeyse anlam hastalıklarına çare bulmaya çalışmaktır. Onları
Nietzsche'nin deyimiyle eskimişse, kokuşmuşsa, tazelendirmeye, o kokuşanları
atıp yeni anlamları keşfetmeye, hatta icat etmeye ve dolayısıyla yeni
değerler oluşturmaya çabalamak; eskimiş değerleri sorgulayıp, daha yaşanabilir
bir dünya, daha canlı, daha heyecanlı, daha güzel, daha insana yakışır,
bu gezegenin geleceğini daha güvenli hale getirecek, anlam ve değerlerin
oluşumuna katkıda bulunmaktır; işte felsefenin bu yüzyılda ve önümüzdeki
yüzyılda önemli
görevlerinden biri budur diye düşünüyorum.
Şimdi arkadaşlar, üçüncü bölüme geçiyorum, böyle anlaşılan bir felsefenin
gözüyle bakıldığında, iki temel özellik görülüyor. Bir tanesi, yaşadığımız
değerlerden müştekiyiz. Neden ? Çünkü, kullandığımız birtakım anlamlar
veya değerler bize bir biçimde dayatılmış oluyor. Kendi bilincimize yakışan
ve yaşantımıza uygun, ucu bizde olan, bizim erkimiz içinde olan, bizim
özerkliğimiz içinde olan değerler değil. Çoğu insan, bu yeryüzünde, hangi
değerlerle, hangi anlamlarla yaşadığının ayırdında bile değil. Yaşayıp
gidiyoruz; ama, hangi değerlere dayanarak yaşıyoruz ? Dayandığımız değerlerin
arkasında görünen, yaşadığımızı sandığımız değerlerin arkasında başka
ne gibi değerler var, çoğumuzun bundan bihaber olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla,
değer aydınlatması, değer tamiratı, onarımı, değer canlandırılması
gerek bize. İsterseniz başka bir metafor kullanayım, değerler
ekmek, işte bu yaşam tarlasına ve yeni değer fidanlarının, çiçeklerinin,
güllerinin yetişmesine katkıda bulunmak ve bunun için mücadele etmek,
tartışmak, hangi değerlere dayanarak yaşadığımızı, hatta hangi değerlere
dayanarak şimdi bu toplantıyı yaptığımızı, hangi değerlere dayanarak bazı
felsefi tartışmaları önemsediğimizi ve bazılarını da önemsiz gördüğümüzü,
deyim yerindeyse, değerlerin bir çeşit -kötü anlamıyla değil iyi anlamıyla
alın- psikanalizini yapmak... Yaşadığımızı sandığımız değerlerin
arkasında başka ne gibi değerlerin ve anlamların olabileceğinin sorgulanması,
felsefenin çok acil olarak gündeminde olması gereken temel sorunlardır
diye düşünüyorum.
Yaşadığı değerlerin yaşamına yakışmadığı için acı çeken çok fazla insan
olduğunu düşünüyorum. Nedir o, çok basit söyleyeyim, anlam açısından görüldüğünde:
Bardağın yarısı boş diye üzülen insanlar. Bu bir anlam sorunu. Yarısının
dolu olduğunu söyleyince, "vay be yarısı doluymuş" diyebiliyorlar.
Gerçek neyse orada duruyor; ama, gerçeğin bize ne ifade ettiği konusunda,
gerçeğin anlamı konusundaki yaşama beceriksizliğimiz, anlam verme beceriksizliğimizden
-ve bunun bir sürü nedeni olabilir- kaynaklanan anlam sorunu yaşıyoruz.
Nedir değer? Bence değer sözünden, Türkçe'mizin ışığında yürüyerek, farklı
anlamlar çıkarabiliriz. Hakikaten değerler neye değer, neye yakışır? "Bu
adamın konuşmasını dinlemeye değmez" diyoruz ya, değmenin iki anlamını
alıyorum; bir tanesi uygun değil anlamında. Hakikaten değerlerimiz yaşadığımız,
umut ettiğimiz yaşama uygun mu, değerlerimiz değiyor mu, yaşamaya değen
değerler midir, yoksa değerlerin kendisi, kendileri değersizleşmiş midir,
yalama mı olmuştur, aşınmış mıdır, kokuşmuş mudur, ne ölçüde tazelenmesi
gerekir ve nelere değmesi gerekir.
Belki benzeri şakayı, eski Yunancada yapabiliriz. Aksiyoloji, biliyorsunuz
değerlerle ilgilenen felsefe dalına bazı felsefecilerce verilen addır.Bu
sözcük, "aksiyos" ve "logos"sözcüklerinden kurulmuştur."Aksiyos"
sözcüğünün bu bağlamdaki anlamı "değer" dir. Türkçe okursak,
"aksıyoruz" gibi bir çağrışımı var. Sanki o sözcüğün bize ifade
ettiği değer, "değmiyor". Ne biçim değerse, böyle değer mi olur,
hiç değmiyor! Yaşamamıza değmiyor, yaşamamızdan kaynaklanmıyor! Nelere
değmesi lazım? Birazdan önerilerimi söyleyeceğim.
Bir değer yenilenmesi, değerler tamiratı, bir değer önerisiyle
yola çıkacağım. Biz, felsefecilerin böyle bir görevi olduğunu düşünüyorum.
Felsefenin bir sürü işlevi var; kavramları aydınlatmak, dayandığımız kavramların
temellerini bulmak, daha tutarlı bir biçimde bilimin, sanatın, inanç düzenlerinin
getirdiği dünyayı yorumlamak gibi. Önemli görevlerinden biri de
felsefenin, yaşadığımız gerçekliğin anlamına dair önerilerde bulunmak.
Ben buna felsefenin resimleme görevi diyorum. Resimler sunmak
insanlara. "Yaşadığınız dünya, böyle bir dünyadır. Böyle bir dünya
olmalıdır" demek. Okuyan ister kabul eder, ister kabul etmez. Elbette
bunu bir şair gibi söylemeyeceğiz veya bir öykücü gibi. Bu resmin kültürel
desteklerini sunacağız. Kavramları açarak söyleyeceğiz, felsefenin geleneğine
yakışan biçimde. Yaşadığımız dünyadaki anlamların ve değerlerin yeniden
tazelenmesi, resimlenmesi gayreti felsefeye düşen işlerden biri.
Bu gayret içerisinde bir şifa verme çabası vardır; çünkü,
anlamların yarattığı hastalıklara karşı felsefecinin önerisinde bir çare
arama gayreti olabilir veya çare bulunmuşsa o yaşanan dünyada, çarelerin
aslında çaresizlik olduğu da gösterilebilir. Gaflet içerisinde uyuyan
ve dolayısıyla, "bu dünyadaki değerleri keşfettik, dünyanın nihai
anlamını bulduk" diyenlere de, "hayır, sizin nihai anlamınız
bu değildir" itirazı da yine felsefeden yükselir. Çünkü, Sokrat üstadımız,
bir at sineği olarak bu işi yapıyordu. At sinekliği de, felsefenin, perennial
ödevlerinden, ebedi ve ezeli problemlerinden biridir diye düşünüyorum.
Demek ki, bir anlamda, anlamlar açısından felsefecinin görevlerinden biri
de, eski deyimle söylersek, şafi olmak, şifa vermektir.
Bir başka ödevi de teali gayretidir, değerleri yükseltme,
yüceltme, gayretidir. Eğer yeryüzünde ürünler yaratmış, hatta belki züpde-i
âlem olan, eşrefi mahlukat olan insan denen varlığın şimdiki
yaşamasına yakışmayan çirkinlikleri varsa, bunların sorgulanması, hesabının
verilmesi, tartışılması ve felsefecinin ufku ve anlayış yeteneği neyse,
o çerçeveden yol gösterilmesi, değerlerin yükseltilmesi, değerlerin yüceltilmesi,
değerlerin aşkınlığının gösterilmesi. "Dünya bu kadardır", savı
yılgın bir anlam vermeden kaynaklanıyor olabilir. Bir değerlendirmedir.
Buna karşı felsefi itirazda bulunup, "Hayır arkadaş, dünya bu kadar
değildir, dünya sandığın kadar değildir, dünya gazete makale yazarlarının
dediği kadar, filozofların dediği kadar değildir, başka türlü de olabilir,
başka türlü anlamlar, değerler de vardır. Sen, şu şu şu değerlerin çok
müthiş bir şey olduğunu sanıyorsun; ama, bu sandığın değerler, senin sandığın
gibi değildir" diyebilmek, o zamana dek birçok insanın fark etmediği
yeni anlamların ve yeni değerlerin olduğunu gösterebilmek. İşte bu da
felsefeye düşen önemli bir görevdir.
Bitirirken önerim şu: Bu geçici bir öneridir, belki sonradan değiştirebilirim.
Değerler neye değmeli? En azından 10 şeye değmelidir. Çok kısa açıklamalar
yaparak bu 10 şeyin neler olduğunu söyleyeceğim. Değerlerin yeniden değerlendirilmesinde
neleri göz önüne almamız konusunda bir öneride bulunmaktayım. Bunun hepsinin
hesabını verebileceğimi düşünüyorum sorgulanırsam.
Şimdi, bir defa, değerler yere değmeli. Yerden anladığım
şey, yaşadığım, yerel olandır, bize özgü olandır, değerler bize özgü olana
değmelidir. Değmiyorsa, o değer değer değildir. Latinlerin öyle bir deyimi
var, ayağımın bastığı yer vatanımdır. Böyle bir şey olamaz. Her canlı
insanın, bilinçli insanın bir yeri vardır; çünkü, aidiyet duygusu, mensubiyet
duygusu, insan olmanın olmazsa olmaz koşullarından biridir. Dolayısıyla
değerlerimiz yere değmelidir, metaforik olarak haddini bilmelidir anlamını
da taşıyor.
İkinci olarak, değerlerimiz ele değmelidir. Avuç içi
anlamında kullanmıyorum, yabancı anlamında kullanıyorum. Siz, değerlerinize
yabancıları da almak zorundasınız. Çünkü, birinci olarak yer deyince,
yere çakılıp kalırsanız o yerin içinde erir gidersiniz ve çok mahallî
olursunuz, çok yabancı olursunuz. Öyle değerlerle yaşamanız lazım ki,
bu değerler ele değmelidir. Kültür dünyamız çok geniş olmak durumundadır.
Bizden olmayanları, bize benzemeyenleri, düşman diye saydığımız insanları
da, cümle mahlukatı da içine almak zorundadır. El deyince, isterseniz
insan olmayanları da katalım, çünkü biz öyle bir kültürden geliyoruz.
Bizim yerimiz, ele değer vermek, başka düşüncelere, farklı düşüncelere,
farklı anlayışlara, farklı inançlara değen değerlerle yaşamayı bize öngörüyor.
Yoksa, kendimizi, küçücük dünyamız içine sıkıştırıp oradan sağa sola saldırmanın,
bu dünyaya layık bir insan olmayı büyük ölçüde engellediğini düşünüyorum.
Üçüncü olarak değerler tene değmeli. Belki bazılarınıza
tuhaf gelir, bu adam da yine tene takmış diyebilirsiniz; ama, bana çok
önemli geliyor. Çünkü insan bedenli bir varlıktır. Ben, ustam Nietzsche'den
bunu öğrenmişimdir. İnsan teniyle, bedeniyle yaşıyor.
Dördüncü olarak, değerler içe değmelidir. İç dünyamıza,
derûni âlemimize değmelidir. Çünkü insan bir bütün varlıksa, teniyle ve
içiyle bir varlıktır.
Beşinci olarak, değerler yola değmelidir.
Yol bir metafordur ve değerlerle yaşamanın bir süreç olduğunu, bir yerden
bir yere gidildiğini gösterir, bir bitimsizliği gösterir. Çünkü, benim
sınırlı ömrümdeki değer yaşayışım, bir gün bitecektir; ama, yol devam
edecektir. Eğer biz bu topraklardaki yaşamın devam etmesini istiyorsak,
kendi yerelliğimiz içerisinde ortaya çıkmış değerlerimizle yaşamak istiyorsak,
bu kültürü, dünya kültürüne armağan etmek istiyorsak, dünya kültürünü
bu kültürle canlandırmak istiyorsak, bunun bitimsiz bir süreç olduğunu
unutmamak lazımdır. Yol, hakikaten ömür bittiği zaman da bitmeyen bir
şeydir. Kamyonlarda, otobüslerde yazar, ömür biter yol bitmez. Değerlendirme
bitmiyor.
Arkadaşlar, tuhaf bir şey söyleyeceğim yine altıncı olarak, yer dedim
ya, değerler göğe değmelidir. Çünkü insan sadece yerde
yaşayan bir varlık değildir. Ayağı yerde, başı göktedir. Belki Heidegger'in
anladığı anlamda, çünkü Heidegger'in bir dörtlüsü vardır, orada yeryüzü
ve gökyüzünden söz eder, belki tam onun gibi anlamıyorum; ama, gök bizim
umutlarımızı, hayal gücümüzü, aşkın değerlerimizi, yeryüzüne çakılıp kalmadığımızı,
bu âlemin, bu dünyanın, bu yeryüzünün dışında, çok farklı âlemler olduğunu
simgeler. Hatta fizikçilere bakarsanız sonsuz farklı âlemler vardır. Dolayısıyla,
yaşadığımız değerler göğe değmeli.
Göğe değmek, zaman zaman uçmak, hesabını bilmemek falandır; ama, bazen
de uçmak gerekebilir, çok fazla gerçekçilik adına yere çakılmak da değerlerimizi
kokuşturabilir, tatsız tuzsuz hale getirebilir, yaşamdan soyutlayabilir.
Yedinci olarak, değerler cana değmelidir arkadaşlar.
Can, yolculuk arkadaşlarımıza da bu ad verilebilir, tasavvufi bir anlamı
var; , birlikte yürüdüklerimiz veya kendi iç âlemi olan, kendi değerleri
olan, sadece tenden ibaret olmayan, ama içi ve teniyle birlikte bu gezegende
yaşayan, gökyüzüyle irtibatı olan bir varlık olarak cana deymelidir.
Ve, değerlerimiz, ister Hegel anlamında anlayın, isterseniz başka anlamlarda
da anlayabilirsiniz, tine değmelidir; Tin dediğimiz nedir
? Maneviyata değmelidir. Maneviyattan anladığım şey, bilim, sanat, inanç
düzenleri, din, ideolojiler, insanın yarattığı ve kimi zaman yüksek değerler
dediğimiz değerler. Değerlerimiz, tinsel yanını korumalıdır.
Dokuzuncu olarak, değerlerimiz, elbette akla değmelidir.
Aklın bir ucuna hiç değilse -bakın on yere birden değdirtmeye çalışıyorum-
akla değmelidir.
Onuncu olarak, bunu açmayı bu yazımda açmayı düşünmüyorum, yokluğa
değmelidir. "Yokluk"u, isterseniz nihilist bir şey
olarak da anlayın, Nietzsche anlamında. Çünkü, değerlerin yeniden tazelenebilmesi,
değerlendirilebilmesi, anlam yokluğu deneyimini yaşamakla olanaklıdır.
Onun için yokluktan, boşluğa düşmekten korkmamak gerekir. Dünyanın pılı
pırtısına yapışarak, "aman düşmeyeyim, aman bir anlam bulmuşum bunu
kaybetmeyeyim" diye kokuşmuş değerler içinde yozlaşmak çok tehlikeli
bir şeydir. Çünkü bu, değerler dünyamızda tefessühe yol açar, kokuşmaya
yol açar. Çok tehlikeli bir şey. Onun için, yokluk da, bizim sık sık yaşadığımız
bir şey olmalı, egzistansiyalist düşünürlerin, zaman zaman Kierkegaard'ın
hatırlattığı, çok önemli bir yaşantı. Elbette muallakta kalacağız zaman
zaman. Çünkü, yaşam, yaşamak dediğiniz şey, değerlerden daha önce geliyor.
Değerler, hayatın kendisine değmeli.
Eğer bu değme gerçekleşmeyip, değerler bu kadar somut, canlı, yaşayan
şeye değmezse, onların üzerine inşa edilmiş birtakım başka değerleri kendinden
menkul, yaşamdan uzak değerlerle yaşamaya bizi götürür ki; yaşadığımız
gerçek, kanlı canlı yaşamla, kafamızdaki veya yaşantıladığımız anlamlar
ve değerler arasında büyük uçurum meydana gelir. Dolayısıyla, o canlılığı
ve tazeliği koruyabilmek gerekiyor. Bunun için de değerlere karşı çok
duyarlı olabilmek, onların canlanmasına, diriltilmesine ve sürekli olarak
yeniden gözden geçirilmesine çalışmak lazımdır.
İnsan, terlediği zaman kokar. İnsanın ayağı kokar. Ama, insanın ruhu da
kokar, insanın değerleri de kokar. Bunun için temizliğe ihtiyaç var, bunun
için tazeliğe ihtiyaç var. Çünkü, evrene, kainata baktığınız zaman, bu
canlılığı, bu diriliği, bu devingenliği sürekli olarak görüyoruz. İnsan
denen varlık, bazen kendi geldiği kökenini, bu kainata ait olduğunu unutabiliyor
ve dolayısıyla kainatla kendisi arasına inanılmaz vehimler koyabiliyor,
birtakım hüsnü kuruntulara sahip olabiliyor; bu da onu, kainat ile kendisi
arasında sahici bir ilişki kurmaktan alakoyuyor, ve uydurulmuş, tamamen
havada, yaşantılardan kökünü almayan, derin biçimde bizi sanal bir dünyanın
içerisine itebiliyor. Bunlardan kurtulabilmek için değerlerimize sahip
çıkmak, değerlerimizle soluk almayı öğrenmek, değerlerimizin değerini
bilmek, değerlerimizi ayıklayabilmek, tazeleyebilmek, yenileyebilmek ve
dolayısıyla insan gibi insan olmaya yakışan bir dinamizm içerisinde yaşamayı
öğrenmek gerekiyor. Bunu da beceremezsek, zaten, sanıyorum, belki de bu
gezegendeki gidiş, serüven de ağır dönüşümlere tanık olabilir. İnsan denen
bir canlı türü çıktı zaman içerisinde, o da bir süre sonra kokuştu ve
bitti, bir mutasyon geçirdi" denebilir. Fukuyama'nın böyle bir kitabı
var, bu teknolojinin ve bu durumun böyle gitmesi sonucunda, genlerle falan
filan oynanırsa, sonunda artık insanlık başka bir şeye dönüşecektir gibi
kehanette bulunmaktadır. Belki de sonumuz onun dediği gibi olacaktır.
Oysa ben, değerlerimizin değerini bilip, değerlerimizin tazelenmesi durumunda
güzel bir geleceğe doğru yol alacağımızı umuyorum. Değerlerimizin bir
yandan geçmişteki kökleriyle -bir ağaç gibi düşündüğümüzde her değerin
bir kökü var ve bir kaynağı var- ilişkiye geçebilmeyi başararak, diğer
yandan kökler yeryüzüne ve geçmişe doğru giderken, ağacın dalları ve yapraklarının
uzayan kısımlarının da geleceğe yönelik olmasını sağlamamız gerektiğine
inanıyorum. Bunu başarabilirsek, o zaman yeryüzünde insan olmaya yakışan
bir hayatımız olur diye düşünüyorum.
|
|
|