|
|
YÜZÜ
ve KIÇIYLA ÇAĞIMIZ İNSANI
Prof.
Dr. Ahmet İNAM
Ağabeyim
Milan Kundera, Yavaşlık (La Lenteur) kitabında buyuruyor. (Özdemir İnce
çevirisi, Can Yayınları, 1995, s.84): "Vincent, Julie'ye bakıyor
ve birden büyülenmiş gibi oluyor: Beyaz ışık bir peri güzelliği verdi
genç kıza, onu şaşırtan bir güzellik genç kızda önceleri görmediği bir
güzellik, ince kırılgan, lekesiz, erişilmez bir güzellik. Birden, aklına
nasıl geldi bilmiyor, genç kızın kıçının deliğini düşünmeye başlıyor."
Kıç deliğini düşündükçe Vincent, daha da beyazlaşıyor. Julie, daha da
güzelleşiyor."
Yunanistan'ın Delfi kentinde dinleyici olarak katıldığım bir felsefe toplantısının
ardından 7 Haziran 1992'de defterime şunları yazmışım: "Felsefeci
dünyada kıçıyla oturduğunu unutmasaydı, daha anlamlı, daha önemli şeyler
söyleyebilirdi."
Kundera beden güzelliğindeki "kıç deliğinin" yerini keşfediyor!
Avrupalı, ortaçağda unutmaya çalıştığı bedenini, 18.yüzyılda göklere çıkardı.
Haz kazanında kaynattı. Hâlâ, çaresiz , kıç deliğinden mânevî kurtuluşunu
arıyor! Julie beyazdır. Beyazlık kıçıyla anlam kazanmaktadır. Tin (mâneviyat)
tende duruyor. Tini tenden ayıran Batılı düşünce, şimdi kıç deliğine kaçırdığı
tini yakalamaya çalışmaktadır.
Felsefeci bedenini unutup düşündü yüzlerce yıl. Sanırım çoğu memur felsefeci
aynı nisyân ile malûldûr. Beden düşüncenin, zihnin içinde idi. Descartes
amcamız kabul buyurmadı. Dışa attı bedeni. Geniş omuzlu Platon'un Eros'u
bedeni tanıyordu, hakikata yakıştıramıyordu belki. Beden ateşinin düşünceyi
tutuşturabileceğini yadsıyamıyordu yine de. Felsefecilerin bedenle ilişkileri
oldu elbette. Farâbî devlet yönetimini, ideal toplum düzenini ararken
bedenle örneklendirmelere girişiyordu. Kalple bedenin organları arasındaki
düzen ilgisini çekiyordu. Bir sıra düzeni içinde toplumun işleyişini bedenin
işleyişine benzetmeye çalışıyordu.Çağımızda fenomenoloji, Husserl, Merleau-
Ponty, Heidegger, Levinas, Sartre, Bataille gibi düşünür ve yazarların
elinde, Freud'un Lacan'ın ipuçlarıyla, bedene nüfuz etmeye çalıştı.
Bedenin boyutları var: Hemen erotizm, hemen pornografi akla gelmemeli.
Beden bir algılama ufku. Onunla algılıyoruz. (Schopenhauer amcamla, Nietzsche
dayımın kulakları çınlasın. Hele Karacaoğlan'ın. Karacaoğlan hısmım olur:
Emmim oğlu!) Onun elektriği ile çarpıyor gerçek bizi.
Yüz. İnsan yüzü bizi ahlaka çağırıyor, sonsuzluğu içinde. Vincent önce
Julie'nin yüzünü görmüştür. Ondaki sonsuzluğu. Julie'yi tüketemeyeceğini
görmüştür. Onu ezemeyeceğini, damgalayamayacağını. Şiddet uygulayamayacağını.
(Romanda sevişemez onunla!) Burada Kundera'yı çarpan, yüzdeki sonsuzluğun
insanı kıç deliğine götürebilmesi gerçeğidir. Doğrusu, Vincent'in düşünceleriyle
düşünen Kundera'nın bu keşiften duyduğu heyecanı anlamakta zorlanıyorum.
Julie'nin yüzünde kıçı, kıç deliği zâten vardır. Felsefece söylersek,
yüz "verildiğinde", kıç deliği de a priori olarak verilir. Biz
Türkler iyi biliriz bunu. Biliriz de saklarız hep. Utanırız söylemeye.
Bu utanç bizim insan yüzünü görmemizi engeller. Julie'yi bir "gavur
rakkâse" gibi görürüz, meselâ. Yakalayıp halletmemiz gerektiğini
düşünürüz. Vincent'in iktidarsızlığıdır, kıç deliğini abartan. Saraylarında
iç oğlanları ile hem hâl olamayanların hâlidir. Mehtaba bakar ve "gökyüzünün
kıç deliği" der. Gökyüzünün kıç deliği olamaz sevgili Vincent. Senin
ve Julie'nin olabilir. Sen hiç hapis yattın mı? Bizim oralarda namus senin
mehtabına benzer. Mehtabını sürekli duvara dayamak zorundasındır. Bunları
bil de Julie'ye saygısızlık etme! Romanda Julie, kendini Vincent'in gözüyle
görememektir, yeterince. Sahip olduğu güzelliğin, kıçının farkında değildir.
Çünkü yüzünü tanımamaktadır. Belki kıçını bir silah olarak görmektedir,
Vincent'i baştan çıkarmaya yarayan. Erotizm kör bir haz avcılığı olarak
yaşanmaktadır. Bedenim karşımdakine sözümü geçirebileceğim gücümdür. Bir
savaş alanıdır seks, bedenler silâhtır. Bu savaşta yüz yüze geldiğimiz
olur düşmanımızla. Ona ders vermemiz gerekmektedir: Güçlü kimdir, görmelidir!
Boğuşur, bedenler. Seviştiklerini söyleriz.
Yüzlerce yıl bedensiz düşünmüştür Batılı. Şimdi düşüncesiz sevişmektedir.
Sevişmede yüz yüze gelmek yoktur. Yüzler yoktur. Yüzleşme. Kıçlaşma yoğun
sevişmelerin ardından, doyumsuz doyumlar gelir.
Kıçımızla seviştiğimiz gibi, kıçımızla düşünürüz. (Ben Sandıklı'lıyım.
Bizim oralarda, "uyduruyor" yerine, "kafadan atıyor"
denmez. "Götünden dürütüyo" -dürütüyor!- denir.) Kıçımız yüzlerce
yıllık unutulmuşluğun intikamını almaktadır. Her halde "kalp"lerimizin
üstüne oturmuyorduk bunca yıl, zihinlerimizin üstüne. Kıçlarımız vardı.
Şimdi söylerken, utandığımız. Belki de nisyân yüzümüzle ilgiliydi. İnsanın
yüzünü unuttuk. Yüzyüze, gözgöze gelmeyi. İnsanları yüzsüz, kendine özgü
incelikleri ve dünyaları olmayan, dilediğimiz gibi, teorilerimize sıkıştırabileceğimiz
"piyonlar" olarak gördük. Hitler hangi yahudinin yüzünü görebildi?
"Coplar" ve "elektrik" yüzlerle kıçların karıştırılmasından
yararlanarak çalışmıyor mu?
Vincent, Julie'ye şöyle bir mektup yazamaz mıydı (Mehmet, Zehra'ya!)?
"Sevgili Julie,
Yüzün, uzak yıldızlar gibi ulaşılamaz, avucumdaki gül gibi dokunabileceğim,
erişip, sonsuzluğunda sonsuzlaşabileceğim bir varlık. Güzelliğin, yüzünün
tüketilemez ufuklarına çağırıyor beni. Yüzündeki bedenini görüyorum. Bedenindeki
bedenini. Bedeninden kopup gelen çığlığı duyuyorum. Biz sonlu sonsuz insanlar
arasındaki aşkın çâresizliğinde, bedeninin her bölgesi muhterem. Sen muhteremsin.
Arzum sana karışmaya çağırıyor beni. Sen de bana karış. Bedenlerimizin
doğal açılımlarında karşımıza çıkan her uzuv çarpıcı güzellikleriyle düşüncemizi,
duygularımızı kışkırtsın. Hayatın her mihnetini göğüsleyelim birlikte.
Paylaşmanın, söyleşmenin, tükettikçe tüketemediklerimizin hazzıyla yürüyelim
bedenlerimizin bahçelerinde. Yoksulluğumuz,yetersizliğimiz adım adım yok
olsun. İnsan gibi insan olmayı öğrenelim sevişirken. Zulmetmemeyi, hak
yememeyi öğrenelim."
Julie'nin yanıtını da siz yazın...
|
|
|