|
|
BİR AĞIT OLARAK İNSAN
Ahmet
İNAM
Kim yitirmiyorum
derse, çoktan yitirmiştir. Yaşamak yitirmektir. Yitiriyorsak, "elimizde"
yitirdiğimiz var demektir. Bizde birşey var ki yitiriyoruz. Yitirirken
var olduğumuzu, var olmuş olduğumuzu duyuyoruz. Ölürken yaşadığımızı anlıyoruz.
Oysa, yaşarken ölmekte olduğunu anlayanımız pek az.
Yitirdiğimizi anlayınca, ağıyor yitirme duygusu, bir ağu gibi içimize
ya için için ağlıyor ya ağıt yakıyoruz. Ağlamak edilgin, üstümüze üstümüze
gelene karşı, olağan sayılabilecek tepkilerden biri. Ağıtsa, yitirilene
karşı duruş: Bir etkinlik. Ağıt yakıyorum, başıma gelenler karşılaştıklarım,
yitirdiğimi düşündüklerim, şiirlenmeye değer demek ki. İnsan kayıbını
şiirleştirebilirse, ağıtlayabilir. Gerçeklilik üstüme gelirse kaçmam:
Dururum karşısında. Ben insanım. Şiirleyen insanım. Ağıtlayan. Ağıtlama
gücüm bir ağıt oluşumdan geliyor. Gelsin ne gelecekse, gelen her acı,
hoş geldi sefa geldi, ağırlarım.
Acılarımı ağırlarım. İnsanım ben. Gerçeği ağırladığım için, ağıtım!
İnsan çevresindeki sorunlarla başedebilmek için, bir homofaber
olarak üretir. Alet yapar. Teknolojiyi oluşturur. Bilim gözüyle anlamaya,
seyretmeye (theoria) koyulur. Üreten, meydana getiren,ortaya ürün koyan
varlık olarak homopoesisdir.
İnsan yalnızca fiziksel anlamıyla alet üretmez, düşler, kavramlar, düşünceler
de üretir. Diliyle ortaya koyar ürünlerini. Diliyle üretir. Uğradıklarının
altında kalmamaya çalışır. Çırpınır. Bir çırpınma biçimi olarak üretim,
var olma çabalarından biridir insanın. İşte şiirleme eylemi de
dünyaya karşı dünya koyarak, çırpınma biçiminde bir üreterek varolma biçimidir.
Dünya içine gömülerek, onda eriyerek değil, dünyanın sunduğuna bir karşı
sunu olarak yaşar insan. Dünya içinde erise bile, örneğin bir bilgelik
tutumu olarak dünyayla, doğayla bütünleşme çabası içindeyken, kendi rengiyle
katılır dünyaya. Rengi, evrendeki renkler içinde çok güçsüz görünse bile,
o, rengini anlamaya uğraşan, sorgulayan, dönüştürmeye çabalayan bir varlıktır.
Dünyayı anlar, anlatır, eleştirir, sorgular, dünyayı duyar. Duyurur. Şiirler.
Şiirleme, Husserl çizgisindeki fenomenoloji anlamında bir anlam verme
(noesis) değildir. Şiirleme salt bilinç sınırları içinde gerçekleşmez.
Yalnızca noetik bir edim değildir. İnsan varlığının onto-etik
yapısından kaynaklanır. İnsan aklının bir özelliğidir. İnsan, şiirleyen
bir akla da sahiptir. Şiirleme, "ben varım" çığlığıdır. Varlığını
duyurmadır. Bunu "sözle" yapar. Müzikle. Resimle. Sanatla. Bilimle.
İnanç düzenleriyle. Kültürüyle. Elbette her insan yaratısı, her kültür
ürünü şiirleme ile oluşmaz. Şiirleme, bir tavrın, bir tutumun, bir yönelişin
adıdır. İnsan, şiirlemeden üretebilir. Çağımız bunun sayısız örnekleriyle
doludur. Dünyayla, evrenle, insanla karşı karşıya olduğu duygusunu
taşımadan, körü körüne çabalarla gerçekleştirilen kültür ürünlerinde
şiirleme çabası yoktur. Şiir yoktur. Bilimde, düşüncede, sanatta, giderek
şiirde bile şiirin görünmemesi, şiirleme çabasını unutmuş insandandır.
İnsan, yaşamındaki şiiri, aklındaki şiirleyen bileşeni, ürünlerini ortaya
koyarken unutmuşa benziyor.
Şiirleme dünyayla, evrenle karşı karşıya olma duygusu ve tavrıyla başlar.
Bu karşı karşıya oluş, karşıda olanı karşılayabilme gücünü gerektirir.
Evreni karşılayabilme gücü: Şiirlemenin ilk adımı. Karşımızda duranı,
karşılayabilme duyarlılığı bizi ahlak alanında, karşımızda durana
direnebilme gücünü taşımamızdan dolayı teşekkürü gerekli kılar.
Varız. Karşımızda olanlar var. Karşıda duran bir evren. Bu evreni karşılayabiliyoruz:
Şükür ki karşılayabiliyoruz. Yok olmak yerine var olduğumuz için borçluyuz.
Yaşamak borçlu olmaktır. Yaşadığı dünyanın kendisine haksızlık
yaptığını, sürekli olarak yaşamdan alacağı olduğunu sananlar yanılıyorlar.
Karşılaştıklarımızı karşılayabilmeliyiz. Budur borcumuz.Yaşama, var oluşa
şükran borcumuz bundandır. İç dünyamızda keşfettiğimiz sonsuzluğa duyduğumuz
şükran, bizi şiirlemeye götürür: Varlıkla karşılaşabilirim, evrenle.
Karşılaşabiliyorsam, içimde karşılama gücü vardır. Bu güçle içimdeki içimdeki
sonsuzluğu duyarım. Bu gücü borç aldığımı anlarım, karşılaştıklarımdan.
Bu gücün emanet olduğunu. Öyleyse, şiirleyen bir insan olarak, emanete
karşı, borç aldıklarıma, bana verilenlere karşı, duyarlılığımı, "şiirde"
ortaya koyarım. Şiirlemenin ardında insanın onto etik yapısının bulunmasının
anlamı budur: Şiirlemek borç ödemektir. Var oluş biz şiirleyenlerden bunu
bekler. "Beni şiirle" der. Şiirleyerek borcumuzu ödemeye çalışırız.
Varlığın, "şiirleyerek borcunu öde" uyarısına, şiirle karşılık
veririz. Güveniriz çünkü, varlığın çağrısına. Yaşarken varlığın çağrısını
duyarız; bu çağrı bir buyruk gibi gelir bize. : "Borcunu öde".
"Şiirleyerek öde.
Borcumuz olduğuna inanır, varlığa güveniriz. Varlığın şiirden
anladığına, bizim şiirlememize yardımcı olacağına. Varolmayı karşılayabilenin,
varlıkla krşı karşıya kalanın hânesine borç yazılır.Yaşadıkça borcumuz
artar. Kime ? Yaşamaya, insana. İçimizdeki sonsuzluğa. Borcumuz artar.
Borcumuz, yaşam bize verdikçe artar. Ödemenin yollarından biridir, şiirleme.
İnsan çok yüksek şiirleme gücüyle, tüm borçlarını öder de, alacaklı duruma
erişebilir mi? İçimizdeki küçük sonsuzluk, dışımızdaki büyük sonsuzluğu
yenebilir mi ? Hiçbir zaman! Şiir, insanın tüm borcunu ödeyemez. İnsanın
eksikliği oradadır. İnsanın bir olanaklar varlığı olduğu açık.
Olanaklarının sundukları, arkada kalır hep. Önde ise, olanakları tüketen
bir yaşam vardır. İnsanın eksikliği, borçluluğu buradan kaynaklanır. Borcunu
şiirle ödeyenker şiirleyenlerdir yaşamlarını.Başka türlü nasıl ödenir
borç, bilmiyorum. Borç hânesini şiirle silemeyenlern borcu yazılmaya devam
edecek diye düşünüyorum. (Şiirin en geniş anlamıyla!)
Zâten borçlu olan bir varlığın, onto-etik yapısıyla eksik kalmaya mahkûm,
bu eksikliğini varlığa güvenerek şiirleme çabasıyla gidermeye çalışırken,
yitirdiğini görüyoruz. Eşyasını, sevdiklerini,duygularını,toplumsal konumunu,
ilkişkilerini, bilgisini, sezgisini, umudunu, sevincini yitiriyor. Yitiğine
yitik katıyor. Eksiğine eksik.
Yitiriyor. Daha da borçlu olacağını düşüneceğine, alacaklı olduğunu ileri
sürüyor. Dünyanın kendisine, istediğini vermediği için nankör davrandığını,
vefâsızlık ettiğini ortaya atıyor. Bu alacaklılık duygusu, dünyaya karşı
bir hınç duymasına yol açıyor. Başına gelenleri haksızlık olarak görüyor.
"Yitirdim, demek ki borcum arttı" diyemiyor. "Yitirdim,geri
verin bana" diyor. Yitirmeleri sonucu ağıtın ağıtın oluşamamasının
ardında olan da odur. Ağıtan değil, dağıtan bir insan olmasının.
Ağıtan insan yitirdikçe borcunun arttığını düşünendir. Borcum arttıkça
defterimdeki borç,şiirlememi ister benden.
Borcum artyor duygusunun, Hıristiyanlıktaki "günah", "suçluluk"
kavramlarıyla ilgisinin olmadığını düşünüyorum. İktidardaki güçlerin,insanlara
haksızlık edip,onları sömürerek, onların "borçluluk psikolojisinden"
yararlanabileceklerini düşünebiliriz. Evet, isyan; isyan da bir borç ödemedir:
Borcumuz şu ya da bu kuruma, şu ya da bu insana değil, varlığın kendisinedir.
Var oluşumuzu duyurmak, evrenin bize verdiğinin altında kalmamak, varlıklar
arasında dinelip, ayağa kalkarak, "ben de varım" çığlığı atmak;
var olduğunu göstermek için şiirlenmiş ürünler ortaya koymak, şiirlemek.
Şiirleyen insanı sömüremezsiniz. Belki öldürüp yok edebilirsiniz. Şiirini
yakabilirsiniz. Şiiri, varlığın şiire açık kulağında, belleğinde duracaktır.
Evrende, şiirleyen varlıklar olacaktır. Şiirleyerek varolan evrenin sesini,yine
evrendeki şiirleyen varlıklar duyacaktır. Şiirleme, sürekli yaratım sürecidir.
Evrendeki devinmedir. Devinmenin bilinçli, duygulu biçimidir.
Bir ağıt olarak insan, bu devinimi yaşayan, bu devinim olan insandır.Yitirmenin
doğallığını yaşar.Yitmiş olana karşı,yitecek olanı koyar. Ama koyar. Başına
gelenden korkmaz. Acı çeker elbette. Devinim, duygudan yoksun yaşanamaz.
Acısının altında kalmaz. Acısının altında kalmak yakışmaz insana. Bir
ağıt olan insana. Ağıtır çünkü, ağıt yakar, ağıtlar dünyayı, başına gelenleri
ağırlayarak. Buyur ederek acıları. Onları konuk ederek. İsyan bir dirence,şiirlemeye
dönüşmüştür. Yitirdim, demek ki yapacak çok işim var, üretecek çok şey
var. Yitirdim,borcum arttı; dövünmem, yerinmem, kendimi kahretmem, kendimi
oymam, doğru değil. Sesimi duyurmalıyım. Yitirdim. Yitirdikçe, ağıtlama
gücüm artmalı. Yitirdikçe ağmalıyım evrene doğru.
Elbette böyle yapamıyoruz. Geri dönülemez bir yitim gibi görülen ölüme
karşı, ölürken nasıl şiirleyebiliriz? Ağır hastalıklarda, doğal âfetlerde,
yıkımlarda, bunları yaşamakta olan biri olarak ağıtı nasıl gerçekleştirebilirim
?
Başımıza geldiği anda, dağıtıyoruz, ağıtma yerine. Şiir sonradan geliyor.
Diğer insanlara yakabiliyoruz ağıtı, çoğunlukla. Kendimize yakamıyoruz.
Sonradan ve diğerleri için. Ağıt yakan,yitiğe şiir şiir sunan insan,tüm
insanlar, tüm duyan, anlayan, bilinçli varlıklar adına ağıt yakıyordur.
Ağıt, yazgıya bir kafa tutma, bir kuru isyan, karşı çıkış değil, bir teşekkürdür.
Sisifos'un kayası bir teşekkür sonucunda çıkıyor oraya.Orada durması ya
da durmaması ağıt olan insan için çok da farklı değil. Dursa, borç bitmiyor
ki! Sisifos deviniminin özelliği o. Ağıtı o.
Her insanın ağıtı ayrıdır. Doğrusu, borç hânesi farklıdır. Borç hânesi
ondan, borcuna yakışan şiirlemeler bekler. Şiirlemesini gerçekleştiren
ağıtını oluşturur. Ağıtlar. Ağıt olur. İnsan ne zaman ağıt olmayı öğrenecek?
Yitirmeyi, titirebilmeyi öğrenebildiğnde. Ağıt olmayı başarabildiğnde!
|
|
|