Sene 1985 veya 1986, bir kara kış bastırmıştı. Yurdumuzun her
tarafı karla kaplı. Radyo ve televizyon da sürekli kapanan yolları arka
arkaya anons ederek yayına devam ederlerdi.
Ben o zaman Balıkesir'de çalışıyordum ve kendimi karla mücadelenin
kıyısında köşesinde değil, tam ortasında bulmuştum.
2 tane buharlı makinayı tender tendere (arka arkaya -sırt sırta, nasıl
derseniz) bağlayıp her makinaya bir çift personel binerek,
Balıkesir'den alıp Susurluk'a, oradan da gersin geri Balıkesir'den
transit geçerek doğru Savaştepe istasyonuna. Savaştepe'den tekrar
Balıkesir'e gelip orda paydos edip dinlenirdik. Diğer arkadaşlarımız
makinaları alıp aynı turu devam ettirirlerdi. Amaç demiryolunu
açık tutmak. İzmir-Balıkesir-İstanbul karayolu tamamen kapanmış, bu
güzergahta tek açık trafik demiryolu trafiği idi.
Yine böyle bir turda Balıkesir'den hareket ettik. Yeniköy'de fazla
oyalanmadan Susurluk tarafına gideceğimiz söylendi. Yeniköy
istasyonunun mücaviri olan Ömerköy İstasyonuna (malesef şimdi bu
istasyon kapalı ve makasları sökük) vardık. Bir müddet bekleyeceğimiz
söylendi bize.
Vakit gece 2-3 arası falan olsa gerek. Yanımdaki arkadaş istasyon
binasına gideceğini söyleyerek makinadan ayrıldı. Hava zifiri karanlık.
Göz gözü görmüyor.
Her gün geçtiğimiz yol, gördüğümüz istasyon bildiğimiz güzergah, fakat
o heyecanla istasyonun yerini bir türlü kestiremedim. Kar yağışı çakal
ulumaları arasında devam ederken gidersem, ya istasyonu çıkaramazsam
tekrar makinaya gelemeden çakallara yem olurum korkusu ile tekrar
makinaya çıktım. Çünkü makinadan indiğimde kar kasıklarıma kadar
gelmiş, yürümek hele hele koşup kaçmak tamamen imkansız olmuştu.
...