DERBESİYE’DE YAŞAMAK



Yaşamak zor zanaat a dostlar.

Yaşamak tüm zorluklara dair. Hayata tutunmak, bayır aşağı gürül gürül akan dere içerisindeki çınar ağacı gibi, bütün olumsuzluklara rağmen hayatı toprakta kenetlemek. Bir ceviz ağacının zemheri soğuklarına meydan okurcasına dik durmak, keza aç bir çita tarafından kovalanan karaca yavrusu gibi hayatı istemek, baharda o çiçek senin bu çiçek benim uçuşan kelebek misali rengârenk desen desen, zifiri karanlığı ters yüz edercesine doğan dolunay gibi.
       
Derbesiye’de civar köylerden gelen sebze ve meyve üreticisi çiftçiler genelde at arabası ile satış yapmaya gelirlerdi. Çırak, kalfa ve ya eleman adına ne derseniz deyin bulmaya pek zorluk çekmiyorlardı. O günlerde kovboy veya Kara Murat filmleri gözde olduğu için ata binmek ve at sevdası yüzünden Derbesiye çocukları köylü bahçıvanlar için hazır eleman sayılırlardı. Atı sever arabayı sürer ve çığırtkanlık yaparlardı. Üç kilo domates şu kadar, iki kilo salatalık bu kadar, patlıcan, biber şu kadar diye. Ayrıca çocuklar tüm Derbesiye’yi bildiğinden hangi evde kim ne kadar ne alır bilir, oraya geldiğinde, çocuk aklı işte; avazı çıktığı kadar bağırırdı. Satıcılar severek gelir, severek giderlerdi Derbesiye’den. Sattıkları sebze ve meyve bittikten sonra bu kez alıcı pozisyonuna girerlerdi. Bakkaldan kuru gıda, temizlik malzemesi, tuhafiyeden giyecek ve ya manifaturacılardan kumaş alır terziye ölçü verirlerdi. Terziler de, bir dahaki gelişlerinde giyimlerinin hazır olabileceğini söyleyerek uğurlarlardı onları. Aslında satıcılar karın doyurmaya çok nadiren para verirlerdi, lokantada pek yemek yemezlerdi.

At arabası ile sokak sokak gezerlerken karınları acıktığında satış yaptıkları eve “atıma bir kova su alabilir miyim?” dediklerinde, ev sahibi mesajı alırdı. Atın içmesi için bir kova su verirdi. At suyu içinceye kadar, evin hanımı evde hazır yiyecek ne varsa bir sininin üzerine koyar hemen adama verirdi. Hazır bir şey yoksa bile acele acele çala kaşık Allah ne verdiyse hazırlanır, en azından iki yumurta sahanda kırılır, bir kap yoğurt ve bir ekmek tepsiye konur adama verilirdi. Aslına bakarsanız o evin hanımı yemek işini kendine vazife addederdi. Çünkü yemek saatinde kimin kapısı çalınırsa o evin misafiri sayıldığından geleni aç çevirmek ar sayılırdı.

Ah bir de Derbesiye’nin yaz günleri vardı ki, anlatılmaz yaşanır.

Bal yiyen kimse balın tadını tarif edebilir mi? İşte bu da öyle bir şey.

Tarif edilmez sadece yaşanır. Civar köylerden hatta civar kazalardan bile gece otobüslerle yazlık sinemaya film seyretmeye geleni mi ararsınız, çarşının o hareketliliğine ortak olmak isteyeni mi, panayır çadırlarında sirk cambazları veya gösteriyi seyretmek için.

Ha bir de sırf “ ben de Derbesiye’yi gördüm” demek için Derbesiye’ye gelenler vardı.

Toros treninden bahsetmedim sizlere değil mi dostlar? Toros treni olduğu günlere Toros günü denirdi aramızda. Ah o Toros treni yok muydu? Başlı başına bir curcuna, başlı başına bir festival. Gelenler, gidenler, gelenleri karşılayanlar, gidenleri uğurlayanlar, trene satış yapanlar, yolculara hayır olsun diye bedava buz gibi su dağıtanlar.

Torosun istasyona gelişi gibi, çıkışı da, ayrı bir düdük resitali verirdi Toros treninin makinistleri. İstanbul Haydarpaşa garından Karkamış, Gaziantep, Derbesiye, Nusaybin üzerinden Irak’ın Başkenti Bağdat’a kadar giderdi. Toros treninin personeli ayrıcalıklı olduğu gibi, yolcusu da ayrıcalıklıydı. Tren bir kültürdü, ama yolcuları da pek bir hoştu. Aynı kompartımanda oturduğunuzda çıkınızı açtığınızda azıklarını paylaşırlardı sizlerle. Sohbet muhabbet gırla giderdi. Ne canınız sıkılır, ne de sıkılmasına müsaade edilir. Trenin penceresinden dağdaki çobana el sallarsınız, yerleşim yerlerinden geçerken çocuklar sizlere el sallar, ara istasyonda da çocuklar gazete gazete diye bağırıp sizlerden okuduğunuz gazeteleri istemeleri ayrı bir haz, ara istasyonlarda o bir dakikalık duruşlarda bile insanların durup durup çeşmeye su içmeye ve ya kablarını doldurmak istemelerini seyretmek ayrı bir haz ayrı bir renk. Derbesiye’de Selim getirmişse trene fındık ve akide şekeri satmaya, Kompartumanda alan almayan ile paylaşırlar. Daimi yolcular çantasında kamineto ocağı ile çay demleme faslı başlar ilerleyen saatlerde.

Kamineto ocağını tarif edeyim isterseniz. Büyük bir elma veya nar büyüklüğünde kalın bir ip şeklinde fitil ile içinde ispirto ile yanar. Üzerinde üçayağı olan ve o ayaklar üzerine demlik konulup çay demlenir.

Ben size balı anlatmaya çalıştım a dostlar, dilimin döndüğünce. İşte Derbesiyeli olmak, Derbesiye’de yaşamak öyle bir şeydir dostlarım. Derbesiye’i olmanın gururunu her zaman taşıdım. Farklı olmak çok farklı oluyor canım, hayata renk katmak.


Gani EVİS
İzmir’deki Debesiyeli (Şenyurtlu) 14 Şubat 2008





Ana Sayfaya...