Bir varmış, bir yokmuş.
Evet, bir varmış bir yokmuş diye başlanır meselâ ve genelde de masallar
güzel biter. Tıpkı bizim masalımızın da hoş bittiği gibi. Nedir bizi bu
kadar pembe bulutlar üzerinde gezdiren. Zaten böyle başlamaz mı bütün
masallar?
Anlattığımız masal da Derbesiyedir.
Dünya’ya çocuk gözü ile bakmak lazım. Eğer çocuk, kendisine alınan her
hangi bir oyuncağı, eşyayı ve ya giyeceği sever ise doğal olarak
ebeveynleri de sevinir, ailelerin büyükleri de. Ya da yaşadığı yeri
sever ise bilinmelidir ki, aile büyüklerinin de o yeri sevmeme,
sevememe, beğenmeme gibi bir lüksü yoktur. Belki de olamaz diye biliriz.
İşte bir zamanların küçükleri olan bizler, bundan dolayıdır ki, bütün
güzelliklerin odak noktası olarak Derbesiye’yi görmekteyiz. Hani
insanlar anlatırlar ya, biz küçük iken; diye başlarlar söze ve ardından
şöyle bir nefes alımı durup devam ederler, hiç unutmam diye devam
ederler ya. Ben de, aslında ben de kelimesi tekil düşüp çok yavan
kalıyor. Biz de demek lazım. Neticede Derbesiye’nin havasını soluyup,
suyundan içenin başka bir memleketi sevme ve beğenmeme şansı yoktur,
olamaz.
Şairin; Saatim ya Ayten’e beş var,
Ve ya Ayten’i beş geçiyor. Diye.
Ondan dolayıdır ki, bizler de Derbesiye’yi uzayın merkezine oturtmuş,
etrafında ise yıldızlar gibi serpiştirmişiz öbür memleketleri hatta
öbür ülkeleri.
Birilerinin amma da abarttın dediğini duyar gibiyim. Fakat inanın
abartı falan yok bunda.
Mardin’in… İlçesi’nden bir vatandaş, içinde benim de olduğum bir
toplulukta “ben Almanya’da, Suudi Arabistan’da, Kuveyt’te ve Suriye’de
yaşadım, inanın Derbesiye gibi güzel bir yer görmedim “ demesi odaya
buz gibi düştü. Buz gibi düştü dememin sebebi ise, ben Derbesiye’yi
anlattıkça, “Amma abarttın ha, çok abarttın, biraz da ufak at “ gibi
şaka varı sataşmalar var iken. Üstelik bu vatandaş Toros ile gitmek
için gün içerisinde gelip gitmiş Derbesiye’den. Yani sizin
anlayacağınız sadece birkaç saat kalmış ve bu birkaç saat zarfında bile
bu kanaate varmış ve sevebilmiştir.
Bu gün bile, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, Derbesiye ismini bizi
duygulandırıyorsa, yüreğimiz kıpır kıpır oluyorsa, sevdiğini uzun bir
ayrılıktan sonra gören âşık gibi boşuna değilmiş diye, insanın avazı
çıktığı kadar bağırası geliyor insanın.
Hani, kilometre taşı olur ya yollarda, işaret ve de mesafe ölçüsü için.
Aslında Derbesiye’de bir değil birçok kilometre taşı vardı.
Olay ve şahıs kilometre taşları ayrı ayrı idi. Örnek olarak verecek o
kadar kişiler vardı ki!
Bir çırpıda aklıma geliverenlerden birkaç tanesini sayıvereyim
isterseniz.
Mahmut Hoca’mız vardı ki, ilkokul öğretmeni idi. Ayrıca Orta Okul’a
birkaç derse öğretmen olarak girer idi. Tam olarak bir Hababam Sınıfı
filminin Mahmut Hoca’sı mizacında. Tatlı sert, disiplinli ve
öğrencileri ile ayrı ayrı ilgilenen, öğrencilerine bir şeyler vermeye
çalışan, tabiri caizse, tıpkı etrafını aydınlatmaya çalışırken eriyen
mum gibi.
Bir de Okul’un hizmetlisi vardı. Kısa ve şişman bir adam. Şirino derdik
ona. Sadece biz değil, bütün Derbesiye halkı ona aynı şekilde hitap
ederdi. Bilmem belki adı Şirin idi, ya da tam bir komedi ustası
olduğundan olabilir, şirinliğinden Halk ona öyle hitap ederdi. Şirino
ise Hababam Sınıfı Filmi’nin, Hafize Anası gibi. Tek başına okulun tüm
işlerine yetişmek için adeta kendini parçalarcasına görevini hakkı ile
yapan, fakat bu görevini de yaparken neşesinden hiç bir şey
kaybetmeyip, etrafa gülücükler dağıtırken yaptığı esprilerle de,herkesi
kahkahaya boğan biri.
Hafız Mecid’imiz vardı. İki gözü âmâ. Anne’lerimizin, Bacı’larımızın
taktıkları tülbendin etrafına yaptıkları işlemeler için, pul ve boncuk
getirir satardı. Ayrıca damla sakızı da satardı. Bilmem söylemeye gerek
var mı? Bu üç şey de yurda kaçak girerdi o zamanlar. Ve bu adam çok iyi
bir çakmak tamircisi idi. O zaman sadece muhtar çakmağı denilen, benzin
ile yanan çakmaklar vardı.
Gani Hoca’mız vardı. Gani Opak. Hem Okul’da Öğretmen,hem de çok iyi
derecede Futbol antrenörü.. Dikkatinizi çekerim, bu Hoca’mız hiçbir
kurs görmemiş. Futbolcuları öyle bir hazırlardı ki maça kondisyon,
teknik, taktik yani her şeyi ile şimdiki bir çok profesyonel
Antrenör’den çok çok iyi ve bilgili. Ayrıca hiçbir maddi gelir
gözetmeksizin yapardı bu işi.
Büyük dayım İzzettin Evis vardı. O yörenin en hızlı bavul ticaretini
yapan adam. Şeytana pabucu ters giydirir.
Hasan Dayım (Evis) vardı. Şaftlı siyah BMW motoru olan, o motor ki,
şimdiki Harley Dawitson’cular kadar motoruna düşkün.
Cemil Çavuş’umuz vardı. Cemil Badur. Sözü sohbeti dinlenen, her zaman
nasihat eden, hep iyilikten, Hâdisten, Kur’an’dan konuşan kıssalardan
örnekler veren.
Şêhîke vardı. Şehmuz Ceylan. Bağ bekçisi. Kendi bekçilik yaptığı bağdan
evine getirdiği üzümün parasını bağın sahibine verecek kadar dürüstlük
timsali.
Kâzım Can vardı. Kel Kâzım derdik, peruk takardı. Yurd’umuzun Batı
Şehir’lerinden gelip Derbesiye’de Sağlık Ocağında, Sağlık Memur’u
olarak çalışan “Ben ARTIK Derbesiye’liyim bundan sonra” diyecek kadar
Derbesiye sevdalısı biri.
Buharlı tren makinistlerinden, Abdullah Taştekin, Şehmuz (şeho) Yılmaz,
Mahmut (mahmê) Öner Toros trenini Derbesiye’den aldılar mı, taa
Bağdat’a kadar götüren, yaptıkları göreve zerre kadar ihanet, haram
katmayan insanlardı. Ve biz onlara bir şeyler sipariş ederdik
Bağdat’tan getirmeleri için. Genelde oyuncak ve futbol topu olurdu.
Büyükler ise çay ve kahve sipariş ederlerdi.
Depo şefi Sait Kaya vardı. Her türlü olumsuzluklara ve malzemesizliğe
rağmen işini ona emanet edilen kurumu ön planda tutarak, en masrafsız
en pratik
şekilde yapmaya, yaptırmağa çalışan.
Kahveci Ahmet’i mi sayayım, manevra esnasında trenden hızlı koşan Hasan
Kurnaz’ı mı, daha adını sayamadığım birçok kişi vardır ki. Bunlar
Derbesiye’nin Kilometre taşıdır.
Bunlar bir çırpıda aklıma geliverenler.
Güzel bir yeri, olayı ve ya gül’ü anlatmaya kelimeler kifayetsiz
geldiğini şahit olmuşsunuzdur.
Bana balın tadını anlatabilir misiniz?
Bazen güzelliği bir çığlık, bir şiir, güzel bir söz anlatır. Bazen
belki saatlerce konuşarak anlatsanız da kifayetsiz kalır
kelimeler. Bazen susarak, bazen de buğulu gözlerle ufuklara
dalarak bakarsınız geçen güzel anıların ardından.
Ve siz o kadar güzelliği anlatırken, tıpkı Masallardaki olağan üstü
güzelliği anlatır gibi, en iyi iki kelime ile başlamalısınız lafa.
Bir varmış, bir yokmuş.
Gani Evis
İzmir’deki, Derbesiye’li (Şenyurt’lu)