Benim bildiğim İngilizce kelime sayısı 20 yi
geçmez.
Alsancak'tan, hareket eden ve buharlı lokomotif
tarafından çekilen bir turist treni tertiplendi ve
görevli olarak bizleri yazdılar tarifede.
Kafile, İngiliz turist kafilesi. Alsancak'tan
Selçuk'a
gidilecek. Tren Selçuk'ta geceleyecek. Turistler Meryem Ana, Kuşadası
gibi tarihi yerleri
gezdikten sonra Kuşadası'nda gecelleyecekler, ertesi sabah saat 10
civarında Selçuk'tan hareket edilecek dendi.
Daha biz Alsancak'ta iken kafileden bir turist
bizim
yanımıza geldi ve İngilizce bir şeyler söyledi. Bizim bir şey
anlamadığımızı
anlamış olacak ki; biz Türklerin bildiği en iyi dil olan işaret dili ve
mimiklerle konuşmaya başladık. Pandomim sanatını en üst derecede icra
ediyorduk.Yolda
buluşma için beklediğimiz istasyonlarda, tren durur durmaz yanımıza
damlıyordu. Torbalı İstasyonunda çok bekleyeceğimiz söylenince bize,
biz de hemen
matarayı ocağa salladık. Meğerse adam da çay tiryakisi değil miymiş ?
Önce mataranın dışını öyle kapkara görünce, biraz
tereddütle
yakalaştı bize. Hatta çaydan falan bahsederken, Lipton, mipton falan
birşeyler söylemeye başladı. Çayın lezzeti markasında zannediyordu
besbelli. Derken bize meşhur İngiliz Lipton çayı getirmeye gitti ama o
gelinceye kadar biz çayı demledik.
Sanırım çayı demlikte falan demliyeceğimizi
sanmıştı. Matarayı görünce, bir de dışı isten öyle isten simsiyah, önce
bir tiksinir gibi oldu. Bizim iştahla demlediğimiz çayı içmemiz
onun da iştahını açmış olmalı ki, dayanamayıp bir bardakta bana
döker misiniz anlamında bir hareket yaptı. Biz de hemen verdik. Çayın
lezzetini alınca büyük bir keyif ile oooohhhh çekip
çayın keyfini çıkarmaya başladı. Sonrasında, elinde o çok methettiği Lipton çaylarını foya kapağını açıp ocağın
içine attı. Elindeki çay
bardağını göstererek, "şok guzal, şok guzal" dedi.
Marifet markada değil, buharlı lokomotifin
matarasında demlenen çaydaydı.