Bir şekilde varılmıştır iş yerine, kah kendi arabasıyla, kah dolmuşla,
kah belediye otobüsü ile.
Depo şefliğine uğrayıp servis yapacağı makineyı öğrendikten sonra,
modelini imzalatıp, makinanın tamir defterini alır ve bir servis önce
yazılan tamirlerin yapılıp yapılmadığını ne gibi meşruat verilmiş
onları kontrol eder. Makinanın hangi yolda olduğunu sorar. Alır
çantasını ve makinenın oluğu yere doğru gider.
Artık resmen görev başlamıştır. Makinaya çıkarken içinden gelen en
temiz ve ulvi duygularla, "Allah’ım kaza bela verme" der.Ve bir
kiracının yeni eve taşınması gibi başlar yerleşmeye markize. Ocağı
çıkarıp kurar, çayı şekeri çantasından çıkarıp, yerine yani camın ön
kısmına koyar. Parkasını çıkarıp asar. Tabii bunlar makine üzerinde
gerekli olan kontrolleri gözden geçirdikten sonra yapar.
Sonra treni temin etmek için istasyona yol alır. Tren üzerine varıp da
trene bağlanınca, önce fren tecrübesi yapılır. Kendisi ve götüreceği
trenin selameti için bunların çok ama çok gerekliliğini bilir makinist.
Hareket memuru telsizle anons yapar, "filan numaralı trenin makinisti,
usta tamam iseniz size yol alayım". Ters giden bir şey yok ise tamamdır.
Hareket memurunun vereceği tamam işareti ile başlar teker dönmeye. Yol
almaya başlamıştır tren. Hareket ettiği noktadan uzaklaştığı her bir
santim, hedefine yaklaşıyor anlamına gelmektedir. Bir geminin limandan
demir alması gibi, bir uzun düdük ile koca makina yavaş yavaş iri bir
dev gibi hareket edip hedefe kilitlenen füze gibi. Sadece orası
düşünülür. Varacağı yer. Artık el sallayanlar, trene arkadan
bakmaktalar, zaten kendileri de arkada kalmışlardır. Ocakta çay
pişmiştir zaten, bardaktaki çaydan çekilen her fırt çay, adeta kalan
yoldan yutuluyor gibi.
Makinist artık dünyası ile baş başa kalmıştır. Hangi istasyonun suyu
güzel çay yapar, hangi istasyonun suyu içmeye güzel, hangi istasyonun
ekmeği pişkin, hangi kilometrenin manzarası güzel, nereden ne taraf
güzel görünür, nerenin panaroması çok güzel, hangi ormanın yeşili daha
koyu, neredeki dükkanın ismi ilginç, hangi istasyonun delisi zararsız
hepsini bilir, bilmiyorum beki de, bilmek istediği için bilir, belki de
bilmesi gerektiği için bilir.
Markizden bakılır tüm dünyaya. Markiz dedim de değinmeden
geçemeyeceğim. Ah o markizler yok mu? Markizlerin dili olsa da
konuşsa. Aslında markiz ne bir gazinodur, ne bir Futbol Federasyonu, ne
de Birleşmiş Milletler karargahı. Fakat her kesin bildiği o güzel
türküyü, okuyan sanatçıdan sonra en güzel yine makinist okur. Avrupa’da
oynayan takımlarımız için verilen en olmaz kararlar, yine markizde
düzeltilip, adil karara bağlanır.İ srail’in Filistinlilere, Amerikanın
Iraklılara yaptığı zülumlar yine markize tartışılır.
Makinist makinanın motor sesini kah Nazım Hikmet’ten, kah Necip
Fazıl’dan, kah Özdemir Asaf’tan okuduğu şiirlere enstruman yapar. Haa
bir de şunu söylemeyi unuttum, en güzel şiirleri yine makinist okur.
Bazı şiirlerin en can alıcı sözlerini okurken de hakkını verir. Ve
uzayıp giden o tren yolları türküsü tecelli mi etmekte,bilmem ki.?
...