Keşkem (24.10.2025)

Hani bazen televizyonda, internette görürüz ya, ünlüler konuşur "Benim hiç keşkem yoktur, hiç geriye bakmam, takılmam" diye. Uyuz olurum bu laflara. Benim bütün hayatım, A'sından Z'sine, keşkelerle dolu. Kötü bir şey mi bu? Geriye takılmayacağız da nereye takılacağız? Aaa pardon unutmuşum, "Anı yaşayacaktık", değil mi, "önümüze bakacaktık". Hay salak ben, unutuyorum işte. "Anı yaşa" oğlum, sen de herkes gibi "anı yaşa". Ne uğraşıyorsun geriyle, beriyle? İleriye, hep ileriye. Körü körüne ileriye.

Hep ilerlemek zorunda olmak çok yorucu. Hep değişmek. Özellikle de değişen şeylerin pek çoğu boş beleş şeylerken. Teknolojinin sürekli ilerlemek zorunda olması mesela. Niye böyle bir gereksinim olsun ki? Teknolojinin şu anda geldiği nokta bize neden yetmesin? Örneğin biz evimizdeki teknolojik eşyaların performansından neden memnun olup, tamam bu böyle kalsın, değişmesin artık, bu bana yeter demeyelim? Türlü türlü gerizekalıca davranışlarla dünyanın içine edip, bütün kaynakları har vurup harman savurduktan sonra, kapağından buz verecek diye yeni bir buzdolabı modeli tasarlamanın ne alemi var? Bu gerekli bir teknolojik ilerleme değil ki. Dünyanın içine ediliyor olduğu sorununu çözmüyor ki. Keşke buzdolapları artık hiç değişmese, hiç yeni model çıkmasa. Hep aynıları üretilse. Ne olur? Buzdolapları kapılarından buz vermese, çamaşır makineleri deterjanı kendi tartmasa, fırınlar karnıyarığın kaç dakikada pişeceğine internettten bakmasa, süpürgeler işini bitirince cep telefonumuza mesaj atmasa, bulaşık makineleri parlatıcının biteceğini anlayıp kendi kendine yenisini sipariş vermese ne olur?

Konsolunda yanar döner dokunmatik ekranı olan, kapı kolu içine kaçan, sinyal ışıkları o günkü modumuza göre programlanabilen, kapısı açılınca yere logosunu yansıtan arabalarımız olmasa ne olur acaba? Derdimiz bu mudur bizim bu dünyada? Bizim derdimiz arabamızı kullanırken 2 ayrı kıtadan 4 farklı kişiyle aynı anda telekonferans yapabilmek midir? Araba sürerken aklımıza birdenbire gelen bir şarkıyı anında dinlemeye başlayamamak dert edecek bir şey midir? Bizim hayal kurmamız gereken şey evden işe giderken arabayı otopilota alıp keyif yapmak mı olmalı, yoksa toplu taşımanın insanca, rahatça kullanılabildiği bir şehirde yaşıyor olmak mı? Keşke arabalarımız artık değişmese, kendi kendine park edemese, onun yerine, 20 yaşına gelip yeni ehliyet alan kızına paralel park etmeyi çalıştırmak için yarım saatini bile ayıramayan çok yoğun iş temposu olan ana babalar değişse.

Yazması daha zor, farkındayım, ama tıpta da ilerleme olmasa, bugün geldiği yer yetiverse. Biz ofislere kapanıp, teknolojiyi ilerleteceğiz diye masabaşından hiç kalkmadan saatlerce çalışıp bel sıkıntıları yaşamaya başladıktan sonra doktorlara koşup en modern tekniklerle fıtık ameliyatları olunca, ameliyatlarımız çok rahat geçip hiç komplikasyon çıkmayınca, 2 gün içinde tekrar ofislerimize dönünce sorunu çözmüş mü oluyoruz? Her türlü çer çöp paketli gıdayı, ilaçlı meyveyi sebzeyi keyfimize göre üretip, satıp, tükettikten sonra kanser olup en yeni kemoterapi ilaçları ile şifa arayınca tıpta yaşanan son gelişmeler derdimize çare mi olmuş oluyor? Tıp ilerleyeceğine keşke biz göz göre göre, bile bile hayatımızı mahvetmemeyi öğrenebilsek, dünya düzeni buna imkan verecek hale gelse. Tıptaki gelişmeler yerine bu öncelense, para, zaman, emek buna harcansa.

Keşke internet tabanlı firmalar bir tek kendilerine hayrı olan abuk subuk çözümlerle karşımıza çıkmasa habire. Keşke üniversitelerde okuyan pek çok zeki gencin hayalini bu firmalarda çalışıp çok para kazanmak süslemese. Mesela "Acıktım koş getir, beğenmedim geri götür" gibi firmalar olmasa ve millet _ıçını bir zahmet kanepeden kaldırıp markete gitmeyi ya da evinde yemek yapmayı hatırlasa. Keşke insanlar teknolojiyi ilerletebilme uğruna, evde yemek yapacak vakitleri kalmayacak kadar çok çalışmasa. Keşke bu işte bir terslik olduğunu fark edebilseler. Keşke evde yemek yapabilmenin, buna vakit ayırabilmenin, herhangi bir teknolojik gelişmeye katkı vermek kadar önemli olduğunu düşünebilseler. Keşke yetkililer çeşmelerden akan suyun içilebilir olduğuna milleti inandırmayı başaramadığı için, her gün binlerce damacana su taşınmasa ülkenin bir ucundan bir ucuna. Keşke bu tamamen gereksiz taşımanın ürettiği egzos emisyonunu azaltabilmek için bir genç mühendis gece yarılarına kadar düşük emisyonlu yeni model araç tasarlamaya kafa yormasa. Keşke damacana su dağıtıcılığı diye bir meslek hiç olmasa, bir zamanlar olmadığı gibi. 15 katlı bir apartmanın 8. katındaki zindan bir dairede tek başına yaşayan bir yaşlı emekli, eve servis yapan bu alışveriş sitelerine mahkum kalmasa, yeni kurduğu teknoloji firmasında sabahın köründen gecenin bir vaktine kadar çalışan yan komşusu arada sırada kafasını kaldırıp hatırını sorsa, yardım ediverse. Ya da kanser ilacı geliştirmek için çok okuyup, büyük adam olup, yurt dışına gidip teknolojinin geldiği en son noktada araştırma yapan çocuğu geri dönse ülkesine ve sahip çıksa yaşlı anasına mesela.

Elektronik sektörü ilerlemese artık. 5G, 6G, 7G çıkmasa, en azından sıradan vatandaşın cep telefonuna girmese. Daha çok veriyi daha hızlı bir şekilde tüketemesek, internetimiz takılsa arada sırada, hatta kopsa ve neredeyse tamamen kaybettiğimiz insanlığımıza geri dönsek. Fena mı olur? Sürekli yeni teknolojiye yatırım yapmak zorunda kalan, yarıştan kopmamaya çalışan telekomünikasyon şirketleri bunun sürüdürülebilir olmadığını görseler, yatırım maliyetlerini çıkartabilmek için faturalarımıza zam yapmasalar, biz de sürekli artan faturalarımızı ödeyebilmek için fazla mesaiye kalmayıp, vakitlice evimize gidip, yemek pişirecek, internet bağlantımız hızlı olmadığı ve keyif vermediği için, ailemizle laflayacak zaman bulabilsek. Bir teknoloji marketine girdiğimizde boyumuzdan büyük televizyonlarla karşılaşmasak, futbol izlerken kendimizi stadyumda gibi hissedemesek, renkler sadece 2 sene önce göründüğü kadar canlı görünebilse, ötesine gerek olmasa keşke. 3 sensörlü, çok akıllı makineler, bol köpüklü Türk kahvelerini iki taşımda, tam kıvamında pişireceğine, gençlerimiz cezvede kahve pişirmenin çok zor bir iş olmadığına inanabilse, buna cesaret edebilse keşke.

Bir deli bir kuyuya bir taş attı diye AI sektörünün içine düştüğü çılgınlık bir son bulsa keşke. Bir üçüncü sınıf mühendislik öğrencisi AI chatbot'a yalan yanlış çözdürdüğü ödev sorusunu kendi kendine çözmeye çalışmanın, aslında bakış açısını değiştirebildiği takdirde keyifli bir aktivite olabileceğini görebilse. Önemli olanın iki dakikada yarım yamalak bir iş yapmak değil, sindire sindire, yavaş yavaş, anlaya anlaya yapmak olduğunu fark edebilse. Bir üniversiteye hazırlık kursunda ders veren matematik öğretmeni, çoktan seçmeli soruların 1 dakikada neredeyse hiç düşünmeden nasıl çözüleceğini çok güzel anlatan, sağ üst köşesinde "AI destekli" ibaresi bulunan bir sınava hazırlık dergisini sallaya sallaya anlattığı dersinde gencecik beyinlere, daha sonra değiştirmenin mümkün olmayacağı, kötü ders çalışma alışkanlıkları aşılamasa keşke.

Esas derdimiz ne bizim? Çektiğimiz sıkıntıların sebebi teknolojinin yetersiz olması mı? Pek çok durumda hiç alakası yok. Bizim asıl meselemiz bir sonraki nesil robot süpürgenin özelliklerinin ne olacağı mı, hareketsizlikten kaynaklı artış gösteren obezite problemi mi? Dert etmemiz gereken esas mesele katlanabilir cep telefonlarının ekran teknolojisi mi, milletin telefonunu yanına almadan tuvalete gidemeyecek hale gelmiş olması mı? Kafa yormamız gereken şey bizi Mars'a götürecek roket teknolojisi mi, yaşadığımız dünyayı yaşanılamaz hale getirenlerin bizler ve hatalarımız olduğu gerçeğini değiştirmekle ilgili bir şey yapmak istemiyor olmamız mı? Bizim esas derdimiz radyolojik görüntüleme teknolojisinin halen bazı durumlarda yetersiz kalıyor olması mı, kanser yaptığı kanıtlanmış sigaranın serbetçe her yerde satılıyor olması mı? Akla hayale gelen her yerde çarşaf çarşaf hazır gıda reklamı yaparken, kalp damar hastalıklarının tedavi yöntemlerini araştırmak ne kadar mantıklıdır? Daha uzun yaşayabilmek için genetik araştırması yapmak, insanların günde 4-5 saatini 6 inçlik cep telefonu ekranlarına bakmanın yaşamak olduğunu sandığı bir dünyada ne kadar önceliklidir? Müteahhitlerin hırsız, yerel idarecilerin çıkarcı, habercilerin cahil olduğu bir memlekette bizim esas derdimiz deprem sönümleyici tasarlamak mıdır? 10 milyarlarca Euro cirosu olan bir dünya devi otomotiv şirketi, idarecilerinin bilgisi dahilinde, tarihin gördüğü en büyük üçkağıtçılık skandalına imza atıyorsa, yapılması gereken egzos emisyonlarını azaltabilmek için yeni teknoloji yatırımı yapmak mıdır? Son 2 yıl içinde yanıbaşımızda 50 bin sivil öldürüldü ise, sormamız gereken soru bizim roketlerimizin ne kadar güçlü olduğu mudur?

Kendi icat ettiğimiz, kendi ürettiğimiz, hayatımıza kendi soktuğumuz yapay sıkıntıları teknoloji ile çözmeye çalışan ama beceremeyen bir garip yaşam formuyuz. Teknolojiyi sürekli geliştirme hevesi, aslında insanlık olarak ne kadar salakça işler yaptığımızı görmezden gelmenin, kafamızın ne kadar çok çalıştığına kendimizi inandırmanın iki yüzlülüğü. Tam aksine, asıl sorunlarımızı çözmekten ne kadar aciz olduğumuzun net bir göstergesi. Ülkeler (biz dahil) neden top, tank, tüfek geliştiren savunma sanayileri ile övünüyor? Komşuları ile geçinmeyi beceremedikleri için. Komşunla geçinebilmek, bunu önceleyebilmek, bütçeyi buna kanalize edebilmek, toplumları birlik olmaya teşvik edebilmek, eğitebilmek, hem kendi halkına hem de komşuna bunu anlatabilmek, meseleleri insan gibi müzakere edebilmek, beraber yaşayabilmek, gençlere tarihi, coğrafyayı, kültürü, uluslararası ilişkileri doğru öğretebilmek, top, tank, tüfek yapmaktan daha zor. Bizim top, tank, tüfek reklamı yaptığımız Teknofest'lere mi, yoksa Sosyofest'lere mi ihtiyacımız var acaba? Bizim daha çok ve daha zeki mühendislere, doktorlara, yazılımcılara mı, yoksa daha çok ve zeki sosyologlara, psikologlara, tarihçilere, felsefecilere mi ihtiyacımız var? En çalışkan öğrencileri mühendis yapmaya ihtiyacımız var mı bizim? Bu dünyanın esas meselelerini mühendisler mi çözecek?

Kalbur üstü bir üniversitenin kalbur üstü bir mühendislik bölümünde çalışan, mesleğini seven bir akademisyen olarak, samimi görüşüm odur ki, teknoloji (bazı istisnai alanlar hariç) ilerlemese ve bugün geldiği yerde kalsa, oraya giden para, iş gücü ve zaman esas meselelere kanalize edilse, hayatımız genel olarak kötüye değil iyiye gider. Keşke öyle olsa. Teknolojiye sırtımızı dönmesek, ama tadını kaçırmamayı, saçmalamamayı bilebilsek. Beceriksizliklerimizi örtmek için kullanmasak. Bir süre dokunmasak, kendi haline bıraksak ve ne olacak bir görsek. Esas meselelerimize odaklansak. Onları bir hal yoluna koyduktan sonra gerekli dersleri çıkarıp kaldığımz yerden devam etsek.

Keşke liseden mezun olan gençlerimiz mühendislik, tıp, işletme fakültelerine olduğu gibi koşa koşa, gelecek endişesi taşımadan sosyal bilimlere de gitseler. Keşke ben de bunu bir düşünseymişim 35 yıl önce.

Üç Beş Dolunay (14.06.2025)

Bu yaz da böyle böyle geçecek işte. Geçmeyip de ne yapacak? Hicrani'nin sözleri, Cem Erdost İleri'nin sazı ve Barış Atay'ın sesi ile, buyrun burada. Oraya gideceksin olmayacak, buraya döneceksin sığmayacak. İki arada bir derede dolanırken, üç, bilemedin beş dolunay sonra güz gelecek. Türküler değişecek.

Kime kin ettin de giydin alları,
Yakın iken ırak ettin yolları,
Mihnet ile yetirdiğim gülleri,
Varıp gittin bir soysuza yoldurdun.

Sen beni sevseydin arar bulurdun,
Zülfünün teline bağlar dururdun,
Madem ayrılmakmış senin muradın,
Niye beni ataşına yandırdın.

Hicrani'yem der ki bakın halıma,
Dağlar dayanmıyor ah-u zarıma,
Elim ermez oldu kisb-ü kârıma,
Çünkü gül yüzlümü elden aldırdım.

New Research Paper (08.04.2025)

The second paper that originated from Burcu Ramazanlı's PhD study, which I co-supervised with Dr. M. Metin Yavuz, got published recently in the J. of Thermal Science and Technology. It investigates the effect of the unsteady flow waveform characteristics, specified at the entrance of simplified abdominal aortic aneursym models, on the prediction capabilities of a number of different shear-thinning non-Newtonian viscous models as well as a viscoelastic model. Full paper can be accessed here.

Kedi Kilime Kusmuş (13.02.2025)

Akşam yemek masasında eşime günün nasıl geçti diye sordum.

"Sabah gene NATO Diana hazırlıkları vardı. Toplandık, son kez üstünden geçtik. Sunumda bazı eksikler vardı onları tamamladık. Tam bitireceğiz, ..... bölümünden ..... hoca vardı hani, bilirsin sen. O aradı. Kontratla ilgili bir daha çağıralım şirketi diyor da başka bir şey demiyor. Anlattım gene tane tane. Olmaz öyle hocam dedim, böyle yazamayız, buna hakkımız yok dedim. Tartıştık epey, biraz esti gürledi. Bilmiyorum bu sefer anlatabildim mi? Hani 3-4 sene önce bana danışan 2 genç vardı. 3D yazıcı işine giriyorlardı. Çok iyi çocuklar, çok akıllılar. Onlar aradı, şirketi yurt dışına açmışlar. Siz de gelir misiniz iş geliştirici diye soruyorlar bana. Yok dedim şimdi mümkün değil. Bizim ofiste ..... vardı ya. Onun ultrasonu temiz çıkmamış. Üzüldük tabii. İzin alacak, başka bir yerde daha detaylı tetkikler yaptıracak. ..... sabah gelirken arabayı ufak bir tıklatmış. Çok bir şey yok, ama canı sıkılmış. Olur dedik üzülme. ..... doktora yapıyordu ya. Son TIK'ine girmişti geçen gün. İyi geçmiş. ..... hoca vardı ya bahsediyordum hep. Onunla toplandık. Diyor illa patenti Amerika'ya da açalım diye. Hocam dedim yapalım yapmasına da, o şekilde aşırı masraflı olur. Onun yerine Avrupa'da kalıp parayı şuna harcarsak daha akıllıca olur. Önce yatmadı aklına, ama sonra tamam dedi. TÜBİTAK yeni bir program başlatacak diyordum ya kaç haftadır. Bir eposta geldi bugün, hemen 2 günde toplantı yapın, bilgilendirin herkesi diye. Panikledik biraz. Yazdık duyurusunu apar topar, yarın gelir size herhalde. İstanbul ..... TTO'dan ..... vardı, hatırladın mı, hani görüşmüştük geçen sene. O aradı, işten ayrılmış. Ankara'da ne var ne yok diye soruyor. Buralara gelecek herhalde. Dedim bizim burada şu anda bildiğim birini aramıyorlar, ama istersen .....'a da sordurayım, ya da sen bana bir CV'ni gönder, bir bakalım. İyi olur gelirse aslında. ..... girişim programı vardı ya, 3-4 ay oldu başlayalı. Danışmanlık yapıyordum ben de hani gönüllü. Onlarla toplandık. Çok toylar daha. 5 dakikada derdinizi anlatmanız gerekiyor diyorum, bunlar yarım saatlik sunumla gelmişler. Dedim olmaz, satamazsınız böyle. Bir de hala iş planları oturmamış, olmayacak gibi o iş. Ama uğraşıyorlar, bakalım nereye varacak. ...... hoca aradı bir uğrayacağım müsait misin diye. İş çok, ama onu da çok seviyorum, kıramadım, buyrun gelin dedim. 1 dakikada geldi, herhalde park yerinde bekliyormuş. Şaşırdım. Hani ..... projesi vardı ya. Karşı taraf aramış bunu, demiş patronlar %5'e karşı çıkmış, %20 diyorlarmış illa. Soruyor bana buna hakları var mı diye. Dedim yok, yasal limit %5. O da öyle söylemiş, ama anlatamamış bir türlü. Beraber toplanalım bir sonraki sefere, siz tek başınıza konuşmayın dedim. Tamam dedi. Kendini böyle yiyip bitiriyor işte. Çok evhamlı, çok stresli. Hasta olacak diye korkuyorum. Tam o çıktı, ..... aradı. Onun büyük çocuk vardı ya. Kolunu kırmış. Eşi de şehir dışındaymış. Herşey buna kalmış. Çok bunalmış, diyor bir ara görüşelim mi? Yarın onunla buluşacağız...

Öğlen yemeği için .....'e gidelim dedi bizimkiler. Gittik, ama pek bir numarası yoktu. Çok da oturamadık zaten, hemen inovasyon merkezine geçtik hep beraber. AI'cılar vardı ya, hani Amerika'dan gelecekler diyordum. Onlarla ilk toplantıyı yaptık. Epey kalabalıklarmış, çok konuştuk, ama zehir gibiler. Haftaya çok yoğunlaşacak o iş. .....'ın doğum günüymüş. Pasta kestik, hep beraber kutladık. ..... hoca ile toplandık. Acayip bir fikirle geldi bu sefer. Öncekilerden bir şey çıkmadı, ama bu daha değişik. Bundan iş çıkabilir. Ama gene yanlış yerinden başlıyor anlatmaya. Dedim hocam o detaylara şimdi gerek yok. Siz şunlara, şunlara odaklanın. Karşı taraf bunlarla ilgilenecektir. Siz gerisini boşverin şimdilik. Tamam dedi, ama gene bildiği gibi devam etti. Yapacak bir şey yok. Önümüzdeki ay Brüksel'e gideceğim. Eğitim varmış. Bu sefer ben gitmeyeyim dedim, olmaz senin gitmen iyi olur dedi ..... Anneyi aradım, bayağı kötüydü sesi. Ayaklanamamış hala. Hafta sonu 2 günlüğüne onlara mı gitsem diyorum. Doktora götürürüm belki, neneyi yıkarım, biraz yemek yaparım, evi toparlarım falan. .....'dan ..... vardı hani. Hep diyordum sana. Onun projesi kabul olmuş biliyor musun. Çok sevindim. ..... hoca var ya. Bir şirket daha açacakmış. Geldi, konuştuk biraz, ama olur mu tam bilemedim, fikir biraz garip geldi bana, tam da anlamadım. Amerika'da yatırım şirketi vardı ya ODTÜ'nün hani. Onunla ilgili büyük bir şeyler olacak gibi yakında. Belki ben de giderim, bakalım. .....'dan ...... hoca ile toplandık gene. Çok sağlam biliyor musun o iş. Doktorlar da çok beğenmişler. Benim param olsa yatıracağım hepsini. Kesin tutacak, ama biraz daha zamanı var. Hocanın kafa bir acayip zaten. Çok da iyi öğrendi işi satmayı. Profesyonel gibi artık, tak tak tak, çok net.. ..... hoca ile toplandık, firma da geldi. İş güzel, ama firma inatçı. Neyse ki kavga gürültü çıkmadan bitti bu sefer. Bir yere varır gibi olduk, ama gene bir üstünden geçeceğiz anlaşmanın. Giderlerken firmanın avukatına da gönderin bir kopyasını diyor adam. Ben sizi bilirim, avukat falan bilmem dedim. Pis pis baktı, ama bir şey diyemedi. Bundan sonra böyle valla, ne yapayım, burama geldi artık...

Akşam çıkınca da koroya gittim işte. Trafik acayipti yalnız. Yeni bir şarkıya başladık, bak açayım size de. Güzel di mi, diğerlerinden farklı. İlk provada epey kötü söyledik tabii. Çok da zaman kalmadı konsere, ama şef bunu da konserde söyleceksiniz dedi. Çalışacağız. Bana da solo söyletecekmiş belki, heyecanlandım. Haftaya 3 akşam gideceğim gibi. Koroda ..... vardı ya. Onun babasında ..... çıkmış. Yaşı da varmış baya. Gelmiş bugün kafayı dağıtırım diye, ama kötüydü. Eve dönerken de kardeşle konuştum. Çok yoğunmuş işleri, gazını aldım biraz. Kiracılarla konuşmuş tek tek, zamlar nasıl olacak diye. Bir de yeni bir arazi vardı hani yolun hemen üst tarafında. Orada inşaat başlayacakmış. Mimarla onu görüşmüş. Sana da selam söyledi. Öyle işte. Eee sen neler yaptın bakalım?"

"Ben mi? Evdeydim. Sınav kağıdı okudum. Kedi gene girişteki kilime kusmuş, onu sildim. Bir de tarhana kaynattım, ama sarımsağı fazla kaçtı gibi. Öyle işte, geçiverdi gün."