Çakılı Kalan Saat: Saatler Artık Geri Alınmıyor
Bu yazı ilk olarak ODTÜ Amatör Astronomi Topluluğu'nun (ODTÜ AAT) gokyuzu.org web sayfasında yayınlanmıştır.
Saatleri bir ileri bir geri almak birçoğumuz için ancak kafa karıştırıcı bir angaryadır (“Şimdi saatleri ileri mi alıyorduk, geri mi?” diye düşünmüşlüğünüz kesin olmuştur). Bir kısmımız içinse saatlerin değişmesi mevsim dönümlerini simgeleyen bir dönüm noktası, zamana hükmeden insanoğlu için şaşmaz bir ritüeldir. Gelgelelim bu hafta sonu olması gereken bu ritüel (ya da kargaşa, nasıl diyorsanız) olmayacak, çünkü 8 Eylül’de çok da ses getirmeyen bir şekilde Türkiye’nin zaman dilimi toptan değişti. Resmi Gazete’de yayımlanan karar “yaz saati uygulamasının yıl boyu sürdürülmesi” hakkındaydı gerçi; ama bu aynı olaya farklı bir bakış açısı aslında. O zaman tam olarak ne olduğunu ve saatlerin çakılı kalmasının ne anlama geldiğini anlatmadan önce kısaca yaz saatinin geçmişine ve şimdiye kadarki ritüellere (ya da kargaşaya, PEKİ) bakalım.
Modern anlamda yaz saati fikri ilk defa 1895’te, Yeni Zelandalı bir böcek bilimci tarafından önerilmiş: Saatleri ileri alınca öğleden sonra böcek toplamak için daha fazla gün ışığı olacağını fark etmiş çünkü… Ülke çapında yaz saati uygulaması ise ilk defa 1916’da, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından 1. Dünya Savaşı sırasında hayata geçti, 1970’lerdeki enerji kriziyle de birçok ülkede belli bir düzene oturdu.
Yaz saatinin amacını hepimiz biliyoruz: Gündüz saatlerini verimli kullanmak ve enerji tasarrufu sağlamak. Normalde kullandığınız standart zaman, yerel zamandan çok farklı değilse (ki kış saati uygulamasında Türkiye’nin batısı için öyle) Güneş’in tepeye geldiği öğlen vakitleri 12’de olmaya meyillidir, sabah 07:00’de uyanıp 23:00’te yatan biri içinse “kendi gün ortası” ancak saat 15:00’tedir. Böyle olunca uzun yaz günlerinde siz uyanmadan saatler önce gün doğmuş, daha birkaç saat daha ayakta kalacakken hava kararmış olur.
Yani yaz saati, gündüz zamanlarını insan aktivitelerine bir nebze de olsa uydurmaya çalışan bir sistemdir. Hatta Ekşi Sözlük’ten bir yazarın dediği gibi, “yaz saati uygulaması aslında insanın kendini kandırmasıdır”, çünkü gün ışığından faydalanmak için insanları yazın bir saat erken kaldırmaya zorlamak yerine saatleri bir saat ileri aldırıyoruz. Hangimiz mayısta 07:40 dersine gitmek ister ki?
Üstteki harita ise geçen ay itibariyle yaz saatini uygulayan bölgeleri gösteriyor. Mavi ve turuncuyla gösterilen yerler yaz saati uygulamasını uygulayan, açık griyle gösterilen yerler bir zamanlar yaz saatini denemiş ama artık kullanmayan, koyu griyle gösterilen yerler ise yaz saatinin yüzüne hiç bakmamış bölgeler. Renkli bölgelerin azlığı sizi şaşırtabilir: Avrupa ve Kuzey Amerika haricinde saatleri bir ileri bir geri alan pek de ülke yok aslında. Ama unutmamakta fayda var, yaz saati uygulaması sadece orta enlemlerde işe yarıyor. Ekvatora yakın bölgelerde gün uzunluğu zaten çok fazla değişmediği için gündüzleri insanlara göre ileri geri kaydırmaya gerek yok, yüksek enlemlerde ise yazın gündüzler o kadar uzun ki saatlerle oynamanın anlamı yok. Bir de bazı ülkeler—Rusya gibi—olması gerekenden daha doğuda bir boylamı standart zaman için referans kabul ediyor, bu da yıl boyu yaz saati etkisi yaratıyor.
Uygulamaya karşı olan araştırmalar da az değil: Bazı araştırmalar yaz saati uygulamasının ısınma, klima ve modern aydınlatmanın olduğu günümüz dünyasında kayda değer bir enerji tasarrufu sağlamadığını iddia ediyor. Akşam ışığı insanları daha çok gezmeye teşvik ettiğinden otomobil ve petrol endüstrisinin uygulamayı desteklediği bile iddia edilmiş! Başka bir araştırma da muhtemelen biyolojik saatimizle oynadığımız için baharda saatleri ileri aldıktan sonraki birkaç gün kalp krizi riskinin arttığını bulmuş (Gerçi güzde ise tam tersi oluyormuş). Evrim Ağacı da bu konuda kendi argümanlarını burada sunmuş. Saatleri bir ileri bir geri almanın herkesin mutlu olduğu bir konu olmadığı belli.
Türkiye’de yaz saati uygulaması başlangıçta biraz karışık, hatta çılgınca olmuş, takip etmesi zor. Türkiye’nin 30° doğu boylamına göre ayarlanmış standart zaman dilimi GMT+02:00 olarak geçer (Greenwich Ortalama Zamanı—“Greenwich Mean Time” + 2 saat, nam-ı diğer “kış saati”), doğu sınırımızın hemen dışındaki 45° doğu boylamına göre ayarlanan yaz saati ise GMT+03:00’e denk geliyor. İlk yaz saati uygulaması ta Osmanlı döneminde, daha doğrusu İtilaf devletlerinin talebi üzerine 1919’da uygulanmış, sonraki 3 yaz ise İstanbul ile sınırlı kalmış. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924-1926 arasında yaz saati uygulanmış, 1926’da saatler geri alınmayarak 1940’a kadar ileri zaman (GMT+03:00) kullanılmış. 2. Dünya Savaşı’nın ağır ekonomik etkilerinden dolayı Temmuz 1940’ta saatler bir saat daha ileri alınmış (GMT+04:00: “çifte yaz saati”. Yazın Ankara’da akşam 9’da güneşin hala batmadığını düşünün). Ekimde saatler geri alınmış (GMT+03:00), ama şartlar gereği aralıkta yeniden ileri alınmış (GMT+04:00). Eylül 1941’de ise saatler iki gün üst üste birer saat geri alınarak normal zamana dönülmüş (GMT+02:00). 1942-1945 yıllarında da saatler tüm yıl bir saat ileride tutulmuş, 2. Dünya Savaşı bitince—ÇOK ŞÜKÜR—standart zamana geri dönülmüş.
İlk defa 1947’de bazı Avrupa ülkeleriyle senkronize olarak yaz saati kullanılmaya başlanmış, fakat bu sadece 5 yıl sürmüş. Uzun bir gelgitli evreden sonra, 1985’ten beri her yıl sistematik bir şekilde yaz saati uygulamasını kullanıyoruz—yani, kullanıyorduk.
Alttaki grafikte ise Türkiye’nin yıllar boyunca kullandığı zaman dilimleri görülebilir. Tüm yıl süren kalıcı saat dilimi değişiklikleri bazen “sürekli yaz saati”, bazen ise “ileri saat” olarak kullanılmış, yani saat dilimimiz pratikte değişse bile GMT+02:00 standart zamanı referans kabul edilmiş.
Türkiye’nin kullandığı zaman dilimleri. Sütunlar yılları, satırlar yılın günlerini temsil ediyor. Sarı: GMT+02:00 (standart saat, “kış saati”), Turuncu: GMT+03:00 (yaz saati), Koyu turuncu: GMT+04:00 (“çifte yaz saati”)
En başta da bahsettiğim gibi, “kalıcı yaz saati” olarak bahsedilen şey, Türkiye’nin saat diliminin değişmesinden başka bir şey değil. Değişikliğin bu şekilde sunulması hem olayı daha anlaşılır kılıyor, hem de olası tepkileri azaltıyor (“Zaman dilimini değiştirdik, yaz saatini de çöpe attık,” dense daha fazla itiraz geleceği kesin). Ha yaz saati kalıcı olmuş, ha saat dilimi değişmiş, ne fark eder peki? Her ne kadar Türkiye’de kış saati yılda sadece 5 ay uygulansa da resmi zaman dilimimiz standart zaman olarak kabul edilen kış saatiydi. Yani kış saatinin kaldırılması pratikte saat dilimimizin değişmesi anlamına geliyor. Nasıl “365 gün indirim” diye bir şey yoksa (aslında fiyatlar öyledir), 365 gün yaz saati diye bir şey söz konusu olamaz. Sonuç olarak 8 Eylül’de saat dilimimiz değişti ve aynı anda yaz saati kaldırıldı. İkisi aynı anda olunca 8 Eylül günü hiçbir şey değişmedi tabii, farklılığı ayın 30’unda saatleri geri almadığımızda göreceğiz.
Bu değişiklikteki zamanlama, Batı’dan uzaklaşıp yüzünü Doğu’ya dönme politik alt metinlerini de taşıyor gibi. Bu yıl bunu gerçekleştirerek hem Avrupa’nın senkronize bir şekilde kullandığı yaz saati uygulamasını terk ettik, hem de Moskova dahil Rusya’nın batısıyla ve Suudi Arabistan’la yıl boyunca aynı zaman dilimine sahip olduk. Rusya da genel olarak normalden daha doğuyu referans alan, “sürekli yaz saati” olarak tanımlanabilecek zaman dilimleri kullanıyor. Avrupa’yla ise zaman farkı yazın farklı, kışın farklı (bir saat daha fazla) olacak.
İyi haber: Saatler geri alınmadığı için akşamüstleri Güneş bir saat daha geç batacak. Ankara’da Güneş aralıkta bile 17:20’den önce batmayacak, yani 17:30 derslerinden çıktığımızda hava hala aydınlık olacak. Normalde Güneş ancak şubat ortasında o saatte batmış oluyordu. Güneş daha geç batacağı için hava daha geç soğumaya başlayacak, gökyüzü gözlemlerimiz için iyi haber :) Doğu Anadolu’da ise kullanılan zaman yerel saate daha yakın olduğu için Güneş 15:30 gibi aşırı erken saatlerde batmış olmayacak. Bir de elektriğin en yoğun kullanıldığı akşamüstü saatlerinde daha az elektrik tüketeceğiz.
Kötü haber: Saatleri geri aldığımızda gün doğumları da bir saat ileride kalacak, öyle ki ocak başında Güneş’in 08:10’a kadar doğmadığını göreceğiz (Hele Edirne’de Güneş 08:40’ta ancak doğacak). 08:40 dersine yetişmek için kalktığınızda hele şehirdeyseniz etraf hala zifiri karanlık olacak. Sabahın köründe işe yetişmesi gerekecek insanlar alacakaranlıkta yollara düşecek. Sabahları derse koşarken etraf bir saat daha az Güneş ışığına maruz kalmış olduğu için ortalık birkaç derece daha soğuk olacak. Muhtemelen akşam güneşinin sağlayacağı tasarrufun çoğu de sabahları aydınlatma ve ısıtma için gidecek. Kaldı ki dişe dokunur bir tasarruf olsa bile, zaten stresli bir okul/iş hayatı süren vatandaşımızın “gecenin köründe” kalkıp iş görme zorunluluğundan ötürü daha stresli sabahlar yaşayacağını ve genel bir verimlilik kaybı olacağını düşünüyorum.
Bir de standart dışına çıkmanın getirdiği karışıklık var. Geçen yıl saatler seçimlerden dolayı iki hafta geç geri alındı da iki hafta sonu birden insanların nevri döndü: Akıllı telefonlar saatleri erkenden geri aldı, insanlar “Saat kaç?” diye Google’dan arama yapmaya kalktılar. Onu geçtim bilgisayar sistemlerinin, banka veritabanlarının saatlerinin güncellenmesi var; en basitinden telefondaki ajandamda bile etkinliklerin saatleri 30 Ekim’den itibaren sapıtıyor.
Ama şimdiden belirteyim, pazar günü kafanızın karışmasına hiç gerek yok! Tek lazım olan basit bir saat: Hani milyar transistörlü bilgisayar-telefonların işlevi olarak sunulmayan, internetten kendini güncelleyemeyen, ekimin son pazar gecesi saat 04:00’te kendini geri almaya programlanmamış bir saat. Köşede atıl duran çalar saat var ya, çıkarın onu ortalığa, pilini takın güzelce, saatini ayarlayın. Ondan sonra yapmanız gereken çok basit: Hiçbir şey yapmamak. Pazar sabahı saate bakınca doğru zamanı gördüğünüzden emin olabilirsiniz, böylece saati bile Google’a sorma rezilliğine de düşmemiş olursunuz.
Tabii ben bu konuda uzman değilim, yaptıkları çalışmalar sonucu güzel bir tablo çizen bilim insanları da var. Kimin haklı olduğunu bu kış birlikte göreceğiz, umarım endişelerimde haklı çıkmam.
Kaynaklar:
https://eksisozluk.com/entry/15865235