FÜZE VE RESİM

Güneş dünkünden daha canlı doğmuştu, sanki geceden kalan serinliği ısıtmak istercesine, içinde üşüme hissi kalan ne kadar canlı varsa arıyor buluyor ve ısıtıyordu. Doğan gün doğacak olaylara gebe gibiydi. Bilirsiniz, Kızılderili Atasözü vardır. “Baharda toprakta dikkatli yürü, zira tabiat ana hamiledir” Böyle bir şey olsa gerek, günün farklı doğması.
       
Derbesiye’de sabah rutin işlerin dışında civardan alışverişe gelenlerin dışında, Toros trenine binecekler veya trenden gelecek yolcularını karşılamaya gelen insanlar kalabalığı bir kat daha arttırdığı gibi, oluşturulan pazarda alışverişten paylarını alırlardı. Kalabalık sadece çarşı pazardan değil, istasyonda Derbesiye’ye gidip gelen veya gar manevrası yapan makinelerin düdüğünün sesinden de nasiplenirlerdi. Sakın olur mu böyle şey demeyiniz. Olur, hem de bal gibi.

Bazı makinistler makinesi ile öyle bir bütünleşmişti ki,  düdüğü öyle bir çalar, öyle bir çalardı ki, sanırdınız kafeste kanarya, ağaçta saka kuşu, ya da gül dalında bülbül ötüşüyor. Buharlı makine güp güp diye ses çıkardıkça bacadan çıkan kapkara duman Kızılderililerin duman işareti gibi öbek öbek çıkıp, gökyüzüne yükselir yırtılan gökyüzünde yama gibi duruyor. Manevra esnasında trenden hızlı giden manevracı Hasan Kurnaz yaptığı işin önemini bildiğinden pür dikkat, makası yapıyor, araya girip vagonu kesiyor, makası yapıp az önce kestiği vagonun yoluna giriyor onu da bağlıyor tekrar çıkıp öbür vagonlarla birleştiriyor ve işini bitirmenin mutluluğu gözlerinden okunuyor.

Aylak olanlar Abde Ali’nin sinemasının duvarında Kartal Tibet, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Tijen Par ve başka artistlerin resmi olan afişlere göz gezdiriyorlar.  Bazıları çay bahçesinin keyfini çıkarmak için, havuz başında kahveci Ahmet’in buram buram kokan çayını yudumluyorlar. Saatimiz geliyor ve okula gidiyoruz. Bu gün de fen dersi var, ama öğretmenimiz deneylerle bizlere bir şeyleri göstererek öğretmenin heyecanı ve azmi, adeta bizleri kamçılıyor, kamçılıyordu. Bir önceki fen dersinde öğretmenimiz, havasız bir yerde ses olamayacağını deney yaparak göstermişti. Hepimizi bir merak almıştı. Acaba bu gün Öğretmen ne öğretecekti? Bütün heyecan ve merakımız öğretmenin derse girmesi ile son buldu. Çocuklar, dedi Öğretmen ve devam etti. Bu gün maalesef deney yapamayacağız, çünkü bu günkü dersimizin konusu füze nasıl uçar, onun için tahtada çizim yaparak göstereceğim. Bir nefes alımı dinlendikten sonra, beyaz tebeşiri alır eline ve karatahtaya başlar, biz ortaokul öğrencilerinin anlayacağı şekilde, çocuk beynine indirgeyerek anlatmaya. Hepimiz tek noktaya, yani öğretmenimize odaklanmışken aniden 59 numaralı İzzet Gül sessizliği bozan sesi duyulur:
- Hocam ben bu füzeyi uçururum, der.
Lafını bitirir bitirmez hepimiz şok olmuşuzdur. Gayet ciddi bir şekilde, "ben bu füzeyi uçuracağım ve hepiniz göreceksiniz", derken gözlerinden ne kadar ciddi olduğu belli oluyordu. Adeta transa geçmiş bir hali vardı, ben bu füzeyi uçuracağım derken. Fen dersi bitti, o gün okul bitti. Ertesi gün sınıfça metal deodorant kabı aramaya koyulduk. Ofisin siloları arasında bulabileceğimizi söyleyerek benimle beraber iki kişiyi daha toplam dört kişi siloların arasında şimdiki deodorant kabına benzer içinde fare ve haşere zehiri olan bittikten sonra siloların arasında bulabileceğimiz umuduyla gittik. İlk bulduğumuz bir az ezik olduğu için İzzet tarafından beğenilmedi. Bir alarm daha, ikinci kap nihayet beğenildi. Yani füzenin gövdesi bulunmuş oldu. İzzet beğendiği kabı tertemiz elbiseleri ile öyle bir sildi ki, sanırsınız çocuk kirlenen cici bayramlığını siliyor. Öyle itina ve sevecen. Böylece İzzet’in bize uyguladığı alarm bitmiş oldu. Bundan sonrası onu ilgilendirir. Yaklaşık yarım saat veya bir saat sonra her kes evine gitmek üzere ayrıldık. Ertesi gün okulda İzzet bizi esir etti. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyor, sözle anlattığı yetmiyor bu kez Barış Manço gibi elleri ile anlatmaya devam ediyor. Heyecanının nedeni de şu. Mardin’e bobin ve bir tane de U mıknatısı ısmarladığı onlar bu gün gelirse Cumartesi veya Pazar günü füzeyi uçurabileceği idi. Bizi de aldı mı bir heyecan?
Ah be İzzet, bize ne kastın vardı. Bizi de uykusuz bıraktın. Oynadığımız oyunda tat bırakmadın, futbol maçına bile veremiyoruz kendimizi. Derken, ertesi gün İzzet’in sınıfa hışımla öyle bir girişi vardı ki, ondaki değişikliği fark etmeyecek kadar saf değildik hiç birimiz. İzzet’in geldi geldi sözleri hâlâ kulaklarımda.
- Gelen ne, kim geldi, ne geldi dedik.
- Mardin’e ısmarladığım bobin ve U mıknatısı geldi, Cumartesi günü füzeyi uçuracağım, dedi.
İzzet NASA üssünde çalışır gibi, bir kapandı eve. Cumartesi günü gelip çattı. İzzet öğlenden sonra top sahasında füzeyi uçuracak, haberi aramızda çabuk yayıldı. Dersiniz telepati kurduk. Toplandık öğlenden sonra, hendese misali bir bir. Bütün gözler İzzet’te ve elindeki müthiş buluşunda. Bobin, mıknatıs, küçük pil, kap falan birbirine bağlamış, acayip bir şey olmuş. Derken, "başlıyoruz", diye bağırdı İzzet. Ve o ucube şey havalandı, havalandıkça bizim gözlerimizle birlikte ağzımız açık füzeye kilitlendik. Caminin yanında olduğumuz için de, ölçü olarak caminin minaresini verebilirim. Ve füze caminin minaresi boyuna vardı ki, güm diye bir ses. Evet, evet, doğru tahmin ettiniz. Patladı. Paramparça oldu ve her bir parçası farklı yere uçuştu gitti. Bizde bir hayranlık, İzzet’te hüsran. "Bu sefer olmadı ama gelecek sefere mutlaka "dedi.

Bir daha deneyip denemediğini bilmiyorum, fakat şu bir gerçek, İzzet belki füzeci olmadı, ama güzel yurdumuzda yetişen nadide ressamlardan biri olmuştur.

Arzu edenler www.izzetgul.com adresinden o muhteşem resimleri görebilirler.




Gani EVİS
İzmir’deki Debesiye’li (Şenyurt’lu) 26 Ocak 2008





Ana Sayfaya...