NEMRUT’UN ATEŞİNDE İBRAHİM OLMAK

Dünya top gibi yuvarlaktır. Dünya yuvarlanır gider kendi halinde, yaratanın programladığı gibi. Bence daha da önemlisi çizgilerdir.

Ekvator çizgisi, meridyenler, enlemler ve boylamlar gibi. Kâğıt üzerinde plan proje çizersiniz. Çizginin iç tarafı sizin, dış tarafı sizin değil, başkasınındır. Yani anlayacağınız çizginin öteki tarafı ile beri tarafı çok farklı. Hani derler ya, “işte buraya çiziyorum, bundan sonra çok farklı olacak her şey” diye.
Çizgi sınırdır bazı zaman. İster haritada, ister insanın hayatında. Çizgileri önemli kılan faktörler vardır mutlaka.

Derbesiye’de ve Derbesiye’lilerde çizgi iki türlü vardır hayatlarında. İlki haritada olmaktadır ki, Derbesiye’yi aşağı Derbesiye  ve yukarı Derbesiye olarak bölmektedir.

Aşağı Derbesiye diye tabir edilen yer, bu günkü haritada yurdumuzun sınırları dışında kalmış ve hâlihazırda Suriye dâhilinde bulunmaktadır.  Yukarı Derbesiye ise Mardin İli, Kızıltepe İlçesine bağlı şirin bir nahiye idi. Sonraki yıllarda nahiyeler de lağvedilince köy statüsüne sokuldu. Daha sonra 12 Eylülde adı da Şenyurt olarak değiştirilmiştir. Bizlerin gönlünde adı hâlâ Derbesiye olan Şenyurt, ismi ile mutena olmuştur. Bu isimi kim koyduysa isabet buyurmuştur. Çünkü gerçekten şen olmakla beraber, Kızılderili kabilesinin kendi köylerini yurtları olarak kabul etmesi gibi, bizim de ona benzer bir anlayış ile bakacak olursak, buyurun size Şenyurt isminin isabetliliği. Şu anda, Dünya’nın ve Yurt’umuzun çeşitli yerinde olan Derbesiye’lilerin hayatında, Derbesiye öncesi ve Derbesiye sonrası olmak üzere çok ince bir berzah ile ayrılmaktadır.

Nedir burayı bizlerin gözünde farklı kılan?

Bu gün büyük şehirlerde Mehmet Akif’in “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”ın Derbesiye’ye girememesidir.
Durun canım hemen hiddetlenmeyin ve celallenmeyin.

Medeniyetin âlâsı vardı bizde.

Lâkin benim demek istediğim o değildir.

Büyük şehirlerde insanların menfaat ve çıkara dayandığı, her türlü alavere dalaverenin al takke ver külahın yapıldığı işlere maalesef medeniyet deniyor bu gün.

İşte bu medeniyet yoktu.

Çok iyi hatırlarım ki, hiç bir günümüz misafirsiz, soframız nasipsiz geçmezdi.

Ya komşularımız bize, ya da biz onlara kahvaltıya giderdik. Ola ki kahvaltıyı her hane kendi başına yapsa bile, öğlenleyin mutlaka komşular bir evde olurdu. Hiç olmadı, ortaklaşa kısır denilen yemek yapılılır hep beraber afiyet ile yenirdi. Kısır, marul salatası ve ayran değişmez üçlü idi. Biri kısır malzemesini getirip karıncaya kadar,  öteki marul salatasını yapardı, beriki de şıp şak ayranı yaparken bir çırpıda sofra hazırlanır.

Akşam yemeğinden sonra, nereye kimlere gidilecek ve ya kimler gelecek bunun hazırlığı yapılırdı. Büyükler çay faslı yaparken küçükler oyun oynar, muhabbetin koyulaştığında ise, büyüklerin dizlerinin dibinde oturup o hoş ve güzelim sohbetleri dinlerdi. Malum, o zamanlar televizyon yoktu. Çocuklar bir Kızılderili Atasözü’nün dediği gibi” çocukların yetişmesinden bütün köy sorumludur” öyle tri vri diziler, toplum ahlakı, gelenek ve göreneklerine dinamit koyacak programlar yoktu. Bizler sohbetlerde yetişen son ve şanslı nesillerdeniz. Hali hazırda şehirde oturan insanlar evlerini kendi elleri ile hapishaneye çevirmekteler, iki kilit yetmiyor, çoğuna üçüncü kilit takılmakta.

Buna rağmen hırsızlık almış başını gitmiştir. Oysa bizim çocukluğumuzda, Derbesiye’de evini kilitleyen çok nadir kimseler vardı. Kilitleyen dediğime bakmayın. Öyle çelik kasa kilitleri gibi değil, uyduruk bir kilit. O da çocuklar saklambaç oynarken evlerine girip saklanmasınlar diye. Hırsız dendiği zaman biz farklı yapıda bir şey anlardık. Hint Filmlerindeki gibi ucube ve korkunç bir şey zannederdik.

Derbesiye dediğimiz yer Ceylanpınar, Kızıltepe ve Nusaybin üçgeninde kalır. Bu üçgende nadiren de olsa olumsuz olaylar olurken, Derbesiye’de hiçbir olumsuzluk olmaz, ayrıca biz Derbesiye’liler söz konusu yerlere gittiğimizde bizi sıkıştırmaya kalktıklarında, Derbesiye’liyiz derdik. Adeta askerde parola söylemiş gibi bırakırlardı bizi. Üstelik hizmet ve saygıda kusur etmezlerdi. Adeta Derbesiye’lilerin dokunulmazlığı vardı. Tılsımlı okunmuş belki de dualı idik.
Üstat Yavuz Bülent Bakiler şiirinde diyor ki;
    Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik
    Bir güzellik doluyor yüreğime şiirden.
    Martılar konuyor omuzlarıma
    Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Martılar konmazdı omuzlarımıza ama gözleri İstanbul değil de Derbesiye oluyordur mutlaka.

Neydi bizi bu kadar olumsuzlukların içerisinden tertemiz ve lekesiz çıkaran şey. İyi bir insan duası mı? Yoksa bir Veli’nin mi?

Bu kadar karmaşık bir üçgenden ak pak çıkmak her babayiğidin harcı değildi.
İ
şte o ince çizgide durmakta mı marifet?

Belki de işin sırrı nerede biliyor musunuz?

İşte burada.

Nemrut’un ateşinde, İbrahim olmak.

Gani Evis
İzmir’deki Derbesiye’li    
 





Ana Sayfaya...