Odtü-Felsefe Bölümü sayfasý
   
     
   
Prof. Dr. Ahmet İNAM
   
         
         
 
giriş
 
   
Online Yayınlar
   
   


İNANÇLAR, ÖZGÜRLÜK ÇİÇEKLERİ AÇABİLECEK Mİ ?

Ahmet İnam

İnsan, inanan bir varlık. Din, insanın ontolojik, ruhsal, toplumsal, kültürel, siyasal boyutlarda, bu temel özelliğinin bir sonucu olarak yaşıyor dünyamızda. İnanmamanın olanağı yok, insan için. İnsan, inandığı için insan.

Varoluşsal açıdan, sanki şöyle bir çığlık yükseliyor insandan: Credo, ergo, sum. İnanıyorum, o halde varım. Peki, ama neye? Nasıl ? Neden?

Credo, insanın içine düştüğü boşluktan çıkışı için gerek. Varoluşsal açıdan, örneğin Heidegger'in Geworfenheit dediği fırlatılmışlık, credo öncesi, güven, inanç öncesi, insanın kendini buluverdiği bir hiçliktir. İnsan, kendi varlığının anlamını yakalayabilmek, bu hiçlikten, bu uzlet halinden kurtulabilmek için, kendi ayakları üstünde durmak (ex- sistere) zorundadır.

İnanma, hiçlikle karşılaşabilen insan için özgürlük olabilir. Kendi ayakları üzerinde dikilebilmek, dünya gezegeninde bilinçli, seçimini yapabilen bir varlık olarak ortaya çıkabilmek, kendini insan olarak gerçekleştirebilmek, inancına nasıl sahip çıkabildiğine bağlıdır. İnanç öncesi hiçlikle yüzleşilemediğinde, dayatılmış, ya da alışkanlıklarla edinilen, seçim sonucu gerçekleşmeyen bir tavırla, hiçliğin üstü, inanç bilinci, inanç duyarlılığı yoksulluğu ile örtülmüş olur. Hiçlikle karşılaşmayan inancın, kör, kıstırılmış bir yapı taşıması olasılığı yüksektir.

İnanma, ten ve can taşıyan insanın bilincinden önce gelir. Bilinç yaşantısı, kendini, ten ve can birlikteliğinde, bu birlikteliği olanaklı kılan canlılıkta bulur. Eski Yunan'ın zôê dediği (örneğin, "zooloji" sözcüğünün kökeni !) canlılık, dirim, kendi varlığını sürdürebilmek için, bir anlamda güvene, credo'ya bağlanmak zorundadır. Yokluk karşısında, onu yok etmeye çalışan güçlere karşı direnebilmek, diri kalabilip, bir dirim olabilmek için, kendi bütünlüğünü korumaya değer bulabilmek için "güven"e gereksinimi vardır. Tek hücreli bir canlı bile besleneceği kaynaklara, kendi iç işleyişine, diğer hücrelerle ilişkisine bir anlamıyla güvenmek durumundadır. Bir dirim, bir zôê olarak, ten-can birlikteliği, yolda yürüyebilmek için, adımını attığında, devrilmeyeceğine, yerin yarılmayacağına inanmak durumundadır. İnanç, yalnızca bilinçli insan için değil, bilinç öncesi insan için de, diğer canlılar için de varoluşları açısından çok önemlidir. Bedenimdeki milyonlarca hücre, benim bilincimin dışında işleyişlerini sürdürüyor, kendilerini korumayı biliyor; yaşayabildiğim sürece, ölüme direnç gösteriyor, bağışıklık düzenimi oluşturuyor. Dirimimde daha, bilinç öncesi, ten-can birlikteliğimde inanç var. Ölüme, yok olmaya direnç buradan geliyor.

İnsanın hiçliğe direnmesi, onun yalnızca dirim taşımasından kaynaklanmıyor: İnsan aynı zamanda bilinç taşıyan bir varlık. Hiçliği, ten-can birlikteliği ile, kısaca dirimiyle, yaşama, hayata "hayy olana" inanarak, credo su ile yenmeye çabalarken, bilinci ona, curo, ergo, sum, özen gösteriyorum, o halde varım diyor (Bu deyimi bana anımsattığı için Erdem Kutlu arkadaşıma teşekkürler ediyorum). Curo, kol kanat germek, yaşama özen göstermek, yaşama doğru hamle yapmak gibi anlamlar içeriyor. İnsan, hiçlikten inancı ve saygısıyla varlığı çıkıyor: "Varolanlar arasında bir var olan olarak yaşamaya değer" sözünü özetliyor curo. Varlığa olan bağımı gösteriyor. Yoksa nasıl çıkardım hiçlikten? Ne adına, nasıl doğrulur yaşamın kendisini yaşamaya değer bulurdum? Yok olma yerine var olmayı seçiyor, varlığıma, ten-can birlikteliğime, dirimime inanıyorum, diğer varlıklara, diğer dirimlere saygı duyup, kol kanat germeye hazır hale geliyorum.

İşte, varoluş düşüncesi açısından, insan inancının kaynağı, pınarı buradan geliyor. Tüm anlamlardan önce gelen anlam yaşamdır, hayattır. Üzerinde titrememiz gereken, bu kainattaki sürüp duran kıpırtıdır:Candır, canlılıktır. Can ahlakı, ten-can birlikteliğine saygı üzerine kurulur. Evrendeki canlardan, canlılıktan sorumluluğu şart koşar. Hiçlikle yüzleşebilmiş ahlak, canlılığın, canın, insanın ne olduğunu sezer, anlamaya, bilmeye, yorumlamaya çabalar. Bu ahlak, her canın, aziz olduğunu, saygın olduğunu, önünde saygıyla eğilmemiz gereken varlık olarak görülmesi gerektiğini buyurur.

Hiçlikle yüzleşebilen ahlak, hiç değil de, anlam taşıyan bir varlık olarak varolabildiği, soluk alıp, düşünebildiği için insanın teşekkür etmek gerekliliğini söyler. Yüzlerce yıldır, Doğu Hikmeti boşluğun, hiçliğin yaşam için anlamını söyler durur bize. Bu boşluğu görmek istemeyen inanç düzenleri, dinler ya da ideolojiler inançlarını bir güvence olarak anlarlar. Din, ideoloji, bir sigorta şirketi görevi yapmaya başlar. İnançlarını kuşku duyulmaz, üstelik kendilerine verilmiş ayrıcalıklı hakikatler olarak anlarlar. "İnanıyorum, o halde üstünüm. İnanıyorum, o halde "en doğru" olanı ben biliyorum. İnanıyorum o halde benim gibi inanmayan yanlış yoldadır, o yanlış yoldaki gâfilleri doğru yola sokmak boynumuzun borcudur" derler. İnanma öldürmeye dönüşür. Oysa "hayy" olana, can olana saygıdan kaynaklanıyordu inanç! İnanan, yaşama saygı temelinde inanan,nasıl öldürebilir? Nasıl düşman olabilir? Diğer canları yok etmek, sömürmek, köleleştirmek amacını nasıl taşıyabilir? İnanan, nasıl olur da, her türlü yaşam düşmanlığını, insan düşmanlığını, kaynağı hayat olan inancının perdesi arkasına saklayabilir?

Yanıt, uzun. Kısaca bir saptamayla başlanabilir: İnsan hâlâ bu gezegende inanmayı bilmiyor. Tanrıya, Allaha inandığını söylüyor. İnancın nesnesini ortaya atmak, inancı yaşayabilmekte yetmiyor ki! Nasıl inanacaktır? İnanç insanı, çirkinleştiriyor; onu dünya çıkarlarına gömülmüş, iki yüzlü, yalancı, düzmece sözlerle kendini ve diğer insanları kandıran bir varlık haline getiriyorsa, bu nasıl bir inançtır? Bu inancın, insanlıkla, bu inancın özgürlükle ne ilgisi olabilir?

Yaşama saygıdan, hiçlikle yüzleşmeden kaynaklanan inanç, inanan diğer insanları incitmemeyi, kendilerinden farklı da olsa onların inandıkları değerler önünde hürmetle, huşu içinde eğilmeyi gerektirir. Bu evrendeki yaşama saygıdan başlıyor herşey. Bu yaşam hiç bir canlının tekelinde değildir. Kimse, bir diğerini kendi inancından ya da karşısındakinin inancından yola çıkarak yok etme, sömürme, özgürlüğünü kısıtlama hakkına sahip degildir. Can, can bulmak durumundadır. Can, kendi ayakları üzerinde, kendi seçimleri ve o seçimleri sonuncunda taşımak zorunda olduğu sorumluluğu ile yaşadığında, özgür olabilir. Özgürlük bir yaşama bilinciyle oluşur. Kendi inancını iç özgürlüğü ile yaşayamayan insan, diğer inançlara saldırır. Her türlü inanca saldırır. İnanmanın bilim karşısında eskiyip, yozlaştığını ileri sürer. Düşünmenin, araştırmanın, soruşturmanın inaçla başladığını anlayamaz.

Dirim kaynağı olan "inanç" inancın en geniş anlamı. Aşkın bir varlığa inanma anlamında din, bu en geniş anlamındaki inanca dayanıyor. Oysa, yeryüzünde semavi dinler, bu ana inançla yüzleşmelerini, hesaplaşmalarını yeterince yapamıyorlar. Dinler, dünyadaki gidişe dur diyemiyorlar. Can ahlakı, canın sürekli yenilenme, tazelenme ile varolabileceğini söylüyor. Oysa, inanç sahibi olduğunu ileri süren birçok kişi, yeniliklerden uzaklaşıp, geleneğini yorumlamaksızın geçmişe saplanıp kalıyor. İnancını, gerçekle yüzleşerek elinde tutamıyor. İnanç düzenlerinin özgürlükleri koruması, bu düzeni yaşayan, ona hayat veren insanların özgür olmalarıyla olanıklıdır. Özgür olmak, özgür düşünebilmeyle can bulur. Özgür düşünebilme inanç bilincine ve inanç duyarlılığına sahip olmayı gerektirir. İnanç bilinci, credo ve curo yüzleşmesiyle gerçekleşir. İnanmanın "korku ve titreme"yle yaşandığının bilincidir bu. İnsanın akıl sınırlarını, bilgi birikimlerini aşan, onu çaresizlikle karşı karşıya getiren bir bilinç durumudur. Bu çaresizliğin yaşanması, insanı, inancıyla yüzleşmeye, inancının ardındaki temelleri anlamaya götürür. Bu bilinçle, inanç duyarılığına sahip olur. Yoklukla, hiçlikle karşılaşmaktan korkmadığı için varlığın değerini anlar, ona saygı duyar. İnanmak, inandığının sınırlarında dolaşabilme özgürlüğüne, bu inancın dışındakilere ve kendi inanç arkadaşlarına karşı sorumluluğa sahip olmakla yaşanır.

İnanmak, inancının gereğini yerine getirmek, inananlarla birlikte bir toplum içinde, o inancın tarihinden gelen törelerle yaşamaktır. Bugün, yeryüzünde dindarlar, inanç bilinci ve duyarlılığı taşımayan bir inanç ortamını yaşıyorlar. Dinlerini hazır buluyorlar. Kendilerine verilen, sunulan, kimi zaman dayatılan inanma biçimlerini sorgusuz kabul ediyorlar. Din, onlar için pazar günleri gidilen kilise, toplumsal dayanışma, ruhsal sorunların çözümü anlamına geliyor. Ruhsal-toplumsal varolma çabalarında çok duyarlı bir noktayı oluşturduğu için, bu kanaldan gelebilecek telkinlerin etkisinde kolayca kalıyorlar. Yaşam değerlerini, bu inanç düzenlerini yöneten insanların çizdiği sınırlar içinde oluşturuyorlar.

Özgürce inancını yaşayamayan, inanç bilinci ve duyarlılığından yoksun biri için, din, tam bir güvence kaynağı oluşturuyor. Bu güvence kaynağının elinden gitmesinden korkan insan, güvenceyi yitirmemek için, güvence kaynağına olan bağını zorlayacak, ortadan kaldıracak düşüncelere, inançlara, yaşam biçimlerine düşman kesiliyor. Dini bir korumacılık, muhafazakarlık tutmuyla yaşıyor. İnanç bilinci ve duyarlılığından yoksun olduğu için, neyi ne adına, hangi değerlere sahip olmak için koruduğunun farkında olamıyor. İnancının altında ezilen, inancıyla özgürleşemeyen, köle olan bir inanç sahibinin mensub olduğu din, özgürlükleri koruyabilir mi? Korumak tazelenmeyi gerektirir. Korumak, koruduğunun bilincinde olan, koruduğu ile yaşama kol kanat geren insanın başarabileceği bir çabadır. İnancıyla özgürleşemeyen, inandığı için özgür olabilmeyi, özgürce araştırıp, soruştura bilmeyi başaramayan bir insanın, diğer insanların özgürlüklerine saygı duyabileceğini düşünemeyiz. Koruyan, sıkı sıkı yapışan, yapışıp kaldığı çerçevenin dışına çıkmaktan korkan,güvence tutkunu, inanmayı köle olmak sanan biri, özgürlügü nasıl anlayabilir de diğer insanların özgürlüklerine değer verir ?

Sorun, inanan insan sorunudur. Sorun, inancıyla, hayatı geliştiren, gezegenimizdeki yaşamı yükseltecek değerleri yaşayabilmek sorunudur. İnanmak, geçmişten körü körüne devraldığımız düşünce ve yaşam biçiminin içinde sıkışıp kalmak; gerçekleri, üstlendiğimiz hayatı, dışımızda olup bitenleri, hiçbir noktasına dokunmadan, tartışmadan, sorgulamadan, kavrama kalıpları içinde, işimize geldiği gibi çarpıtarak yorumlamak demek değildir. İnancımız bizi, bizden farklı olanla yüzleşmeye çağırıyor. İnancımız bizi, kendimizle yüzleşmeye çağırıyor. İnsan özgürlüğünü anlamaya. Ona saygı duymaya.

İnanan, inancıyla özgür, inancıyla güzel, inancıyla özerk, inancıyla kendisi olabiliyorsa, böyle bir dünyada inanç düzenleri tehdit olmaktan çıkar. İnancıyla gelişip, serpilebilen; ruhunu inancıyla besleyebilen, inancını yenileyip, gerçeklerlerle, inancın ardındaki hiçlikle, yoklukla hesaplaşabilen insan, bu gezegendeki güzellikler özgürlükler için bir tehdit oluşturmaz. Böyle bir insanla özgürlükler çiçek açar.

   
     
     
 
Özgeçmiş| Yayınlar |Verdiği Dersler|Yönetilen Tezler|Haftalık Ders Programı
 
     
 
İletişim Bilgileri :
 
 
Adres: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 06531 Ankara, Türkiye
Telefon: + (90) (312) 210 3141   Fax : + (90) (312) 210 1287
Oda Numarası: Z-43   E-mail : ainam@metu.edu.tr
 
 
Mesaj göndermek için !